Efendim,
Yeni başladığımız haftada sadece güzellikler yaşamanız dileğiyle...
Gönül dolusu selam ve sevgilerle,
Hoşçakalın...
Çiğdem Seçkin Gürel
Işık gelince karanlık dağılır. Bir tasavvuf şairi ne güzel söylüyor:
“Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat
Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde…”
Lafla peynir gemisini yürüteceklerini sananlar daima hüsran içinde kalacaklardır. Kendimizi ne güzel kandırıyoruz. Bir şeyleri okumakla, dinlemekle öğrendiğimizi sanıyoruz. Biz bu hususu biliyoruz, diyoruz, kasım kasım kasılıyoruz. Oysa İslam’da bilgi teorisinin iki aşaması var: 1- Bilginin edinilmesi 2- Edinilen o bilginin günlük hayata intikali, uygulaması, yaşantı haline dönüşmesi. Şunu iyi bilelim ki, sadece bir şeyleri bilmekle her meseleyi çözdüklerini sananlar önce kendilerini aldatıyorlar. Şeytan da meleklerin en bilgilisiydi. Kalp temizliği, Allah’a ve Peygambere doğru yöneliş, haddini bilme, edep ve tevazu olmayınca, çok bilgili olduklarını iddia edenlerin Nemrutlara, Firavunlara taş çıkarttıklarını da görüyoruz. Ben, bu güne kadar, sadece kupkuru bilgisiyle, kimsenin bir tek insanı bile etkileyebildiğini, onların hayatını iyiye, güzele çevirebildiklerini, gönüllerine iman ışığı serptiklerini hiç görmedim, varsa siz gösterin. Buyurun, sade bilgiyle yol gösterilseydi, bu işi şeytan herkesten iyi yapardı. İnsanları etkileyen kâl değil, hâldir. İnsanlar sözü ile değil, fiili ile yol gösterenlere uyarlar. Çocukluğumu hatırlıyorum, rahmetli annem edebiyat öğretmeniydi, üç dil bilirdi. Çok kültürlü bir hanımefendiydi; bir o kadar da inançlarına bağlıydı. Allah ve Peygamber sevgisiyle doluydu. Senenin beşte dördünü oruçla geçirirdi. Son günü de dahil hiç kazaya namaz bırakmadı. Hayatımda, din ve dünya sentezini annem kadar güzel kuran ikinci bir insan tanımadım. Annemin bana bir kere bile din, iman üzerine nutuk attığını hatırlamıyorum, ama ben hayatımda iyi, güzel, doğru, temiz, asil ne öğrendimse hepsini annemin hareketlerinde gördüm. Annem sözü ile değil, fiili ile öğüt veren kimselerdendi. Nur içinde yatsın. Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati üzerine olsun. Hayatta dikkat ettim; patırtı gürültüyle, lafla, hele hele sonu gelmeyen münakaşalarla, kapalı yumruklar, sımsıkı dişlerle ikinci Ramses’in mumyasını andıran kimselerin bir tek kişiyi dahi hayra, iyiye ve güzele yönelttiğini görmedim.
Din ve aşk münakaşaya gelmez. Kavgaya hiç gelmez. Mayın tarlalarında, ateş hatlarında, ayak üstünde laf yetiştirerek bir iş yaptıklarını sananlar, sadece ama sadece nefsaniyetlerine hizmet edenlerdir. Hakikat daima sessizdir, sakindir, ağırbaşlıdır, vakurdur, edeplidir, mütevazıdır. Hakikat terazisinde egonun, nefsaniyetin, edepsizliğin, şirretliğin yeri yoktur. Bu böyle biline.
Tarih boyunca görülmüştür ki, nerede münakaşa varsa, saygısızlık varsa, ille benim dediğim doğrudur firavunluğu varsa, o ailede, o işyerinde, o konuşmada, o tartışmada hayır, güzellik, zarafet ve incelik aramak ve olumlu sonuçlar beklemek sadece hayaldir. Aksini iddia edenler, savunanlar varsa buyursunlar, sabaha kadar dinlemeye hazırım. Saygı saygıyı, sevgi sevgiyi, tebessüm tebessümü, incelik inceliği davet eder. Bugün için dünyada çocuk eğitimini en başarılı götüren insanlar Japonlardır. Japonlar, çocuklarına katiyen çocuk muamelesi yapmazlar; sanki bir hükümdara, bir imparatora davranır gibi çocuklarına davranırlar. Onlara karşı kelimelerle izahı mümkün olmayan sonsuz bir saygı gösterirler. Anne baba, çocuklarının önünde değil kavga etmek, münakaşa etmek, yüksek sesle konuşmaktan bile çekinirler.
(...devam edecek)
SABRİ TANDOĞAN
YENİ MESAJ GAZETESİ, 1998