Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sayın Çiğdem Seçkin Gürel Hanım'dan aldığımız sunum
Gönderen : Çiğdem Seçkin Gürel
Tarih : 12/28/2009 2:31:56 PM



 


Efendim,


Hepinize saygı, sevgi, esenlik ve güzelliklerle, hayırlı çalışmalarla dopdolu bir hafta dileğiyle...


 


Çiğdem Seçkin Gürel


İnsan Yetiştirmek (3)


Bir arkadaşım anlatmıştı, yıllar önce bilimsel bir inceleme yapmak için Japonya’ya gittiğini söyledi. Bir pazar sabahı banliyö trenine biniyor. Karşısında bir Japon aile var. Anne baba ve iki yaşında çocukları; baba elinde gazetesi, köşesinde dalıp gitmiş. Anne çocukla meşgul. Bir ara çocuk ağlamaya başlıyor, sesi gittikçe yükseliyor. Anne ne yapsa nafile, bir türlü çocuğu susturamıyor. Son çare olarak eşine rica ediyor. Baba, gazetesini bırakıyor, çocuğun yanına gidiyor ve parmaklarıyla çocuğun yüzüne minicik, çok yumuşak bir fiske vuruyor. Kapanan bir radyo gibi çocuk derhal susuyor. Yıllardır bu olayı düşünürüm, hâlâ izahını bulabilmiş değilim. Ortaokuldayken okumuştuk, Abdülhak Hâmid’in bir sözü vardı Türkçe kitabında:


 “Kim demiş ki çocuk küçük bir şeydir.


Bir çocuk belki en büyük şeydir”


diyordu. Evet sayın okurum! Her çocuk başlı başına bir alem. Hem o güne kadar bir benzeri görülmeyen muhteşem bir alem. Apayrı bir dünya. Önemli olan ölçülü, itidalli, dengeli bir sevgiyle, saygıyla, edep, incelik ve sabırla, tahammülle onu anlamaya çalışmaktır. Çocuk ruhu üzerinde yapılacak en ufak bir tahribat, onu haksız yere azarlamak, incitmek ve kırmak, bazen bir ömür boyu kapanmayacak bir yaranın açılmasına neden olabilir. Çocuk ruhu o kadar hassas, o kadar ince, o kadar kırılgandır ki çocuğun yüzüne bakarken bile sevgi, saygı ve edep duygusu ile dolu olmamız gerekir. Tıpkı bir dağ kendisine nasıl seslenilirse öyle aksi seda verirse, çocuk ruhu da öyledir. Çocuklar kendilerini küçük gören, önemsemeyen, kendilerine tepeden bakan insanları anne babaları dahi olsa affetmezler. Onu, bir ömür boyu dinmeyen bir sızı gibi içlerinde hissederler. Hepimiz öyle değil miyiz? Çocukluk günlerimizi bir düşünelim. O günlerde bize yapılan haksızlıklar, adaletsizlikler, kabalıklar hep bizi rahatsız etmez mi? Hâlâ zaman zaman içimizde bir yerleri tedirgin etmez mi?


Kainatın Efendisi buyuruyor: “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar.” Sonradan aile, okul, toplum üçlüsü o melekten bir canavar çıkarmak için ne mümkünse yaparlar. Sevginin bile, yokluğu kadar aşırılığı da çocuk ruhundaki hassas dengeleri bozar. Bir bardak çaya dokuz şeker atarsanız o çay ilaçtan beter olur. Bütün mesele her an dikkatli, her an uyanık olarak dengeleri sarsmamaya çalışmakta. Hayatta kötü ve çirkin insan yoktur. Yalnız içindeki güzellikleri, incelikleri, faziletleri dışarıya yansıtma imkanı bulamamış insanlar vardır. Güzelliklerin ortaya çıkabilmesi için sevgi dolu, saygı dolu, anlayış dolu bir ortama ihtiyaç vardır. Doğuştan her insanda mevcut olan Nur-u Muhammedi böyle bir ortamda açığa çıkabilir. Yemin ederim ki, nefsaniyetin, kabalığın, kırıcılığın egemen olduğu ortamda hiçbir dini güzellik çiçeklenemez, manevileşemez. Dinin lafını etmek, münakaşasını yapmak, kavgasını vermek başka şeydir; dinin güzelliklerini kalbinin derinliklerinde yaşamak başka şeydir.


(...devam edecek)


SABRİ TANDOĞAN


25 Ocak 1998, Pazar


YENİ MESAJ GAZETESİ

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]