Konu : Sayın Çiğdem Seçkin Gürel Hanım'dan aldığımız sunum
Gönderen :
Çiğdem Seçkin Gürel
Tarih :
1/15/2010 1:55:32 PM
Çok Değerli Büyüğümüz, Sevgili Dostlar,
Bu güzel Cuma gününün, bu güzel saatlerinde sizlere en içten dileklerle bir kez daha Merhaba...
Sevgili büyüğümüzün yıllar önce büyük incelik ve güzellikte kaleme almış olduğu bir yazısını sizlerle paylaşmak kısmet oldu bugün...
Eskiler, “Karanlıkları aydınlatmaya tek bir mum ışığı yeter.” demişler. Yüce Kitabımızda da “Hak geldi, batıl zail oldu.” buyruluyor. Sevgili büyüğümüzün bir yorumuyla: Nur gelince zulmet ortadan kalkıyor. Şükürler olsun, hâlâ bütün güzellikleri en ince nüanslarıyla yaşayan, toplumun ıstıraplarına merhem olabilecek çok değerli kimseler, aramızda da çok değerli gönül dostları bulunuyor ve bizler onların ışığını her zaman hissedebiliyoruz.
Sevgili büyüğümüzün de eşsiz katkılarıyla bizlere sunduğu bu güzelliklerin ışığında bütün ıstırapların hayırlara, esenliklere ve en güzel zamanlara dönüşmesi duasıyla...
Allah’a emanet olunuz...
Çiğdem Seçkin Gürel
BÜYÜK ISTIRAP (1)
Eğri oturalım doğru konuşalım, insanımız son yıllarda medyanın çirkin bir istilası altında. Nursuz, pirsiz görüntüleri ile bazı kimseler sürekli olarak inanan, temiz, nur yüzlü insanları rahatsız ediyorlar, taciz ediyorlar. Allah şahittir ki bu rahatsızlık bazen Çin işkencesi boyutlarına ulaşıyor. Yurtta ne oluyor, dünyada ne oluyor haberdar olmak için ekranın düğmesini açıyorsunuz. Aman Allahım, cehennem kaçkını bir takım kimseler, incelikten, zarafetten, edepten, uygarlıktan kilometrelerce uzak olanlar, insan ruhunu kirleten ses tonlarıyla hergün iç dünyamızda yaralar açıyorlar; size ıstırapların en büyüğünü veriyorlar. Bıktık artık. Yetti artık. Kainata akıl vermek iddiasında bulunan bu aklıevveller bir gün oturup tövbe estağfurullah deyip, hayatlarının bir muhasebesini yapsalar, önce kendi hayatlarını bir düzene koysalar ne iyi olur. İbnül Emin Mahmut Kemal İnal’ın dediği gibi, “Hergün bize geleceklerine, yılda bir kere kendilerine gelseler ne olur?” Ta çocukluk günlerimden beri tanıdığım, sevdiğim, saygı duyduğum, hayran olduğum gerçek Müslümanları gözümün önüne getiriyorum da, o ağzı kalabalık, yüzü ekşi, nursuz pirsiz kimselerin iyi niyetle de olsa verdikleri ve verecekleri zararların büyüklüğü karşısında ürperiyorum. İçimden bir ses, benliğimin ta derinliklerinden gelen bir ses “Hayır,” diyor “olamaz”. Bütün incelikleri, zarafetleri, güzellikleri ve edepleri çiğneyerek nereye gittiğimizi sanıyoruz. Bütün bu manevi güzellikleri yıktıktan sonra geriye kalan birkaç şekil eğer inanışsa alın başınıza çalın onları. Güzel insanların, nezih, temiz, asil insanların dediği tek şey var: “Eğer inanış buysa bizim böyle inanışa ihtiyacımız yok. Tepe tepe kullanın sizin olsun.” Yeter artık. Türk milletinin iman kalesini yıkmak için açılan bu Haçlı seferleri gına getirdi. Yeter. On kere yeter! Yüz kere yeter! Bin kere yeter!
Kur’an-ı Kerim’de Cenabı Hak, Hz. Musa’yı Firavunu Hakka davetle görevlendirir: “Ya Musa, Firavunla konuşurken yumuşak ve tatlı söyle.” Buyurur. İslamda bir konuşma adabı vardır, bir oturup kalkma adabı vardır. İslam demek, incelik, hassasiyet, şefkat, sevgi, saygı ve edep demektir. Ben hiçbir gerçek İslam büyüğünün böyle çirkin münakaşalarla bir yere ulaştığını görmedim. Kesinlikle böyle bir şey olamaz. İslam edebine bürünen, İslam zarafetini örtünen insan zaten münakaşa etmez ki. Neyin münakaşası. “Ben inanmam sizin inandıklarınıza. Siz de inanmazsınız benim inandıklarıma. Benim dinim bana, sizin dininiz size.” buyurmuyor mu? Cenabı Hak. Şimdiye kadar münakaşadan kim ne kazandı ki. İslam edebine münakaşa yoktur. İnanmıyor musun? Hay hay, güle güle. Yolun açık olsun. Ben inançla münakaşa arasında bir ilgi görmüyorum. Bilmeyen bir bilene kafasına takılanları, öğrenmek istediklerini, edeple, saygıyla, efendice sorar. O zat da daha büyük bir saygı ve incelikle soruyu cevaplandırır. Bu işte pazarlık olmaz. Bu işi bakkal hesabına döndürmek inanan insanlara hakarettir.
İnanç meselesi, yeryüzündeki her şeyden daha ince, daha hassas, daha dikkatli olmayı gerektiren bir konudur. Bazen bir tebessüm, bazen bir bakış, bazen bir ses tonu, bazen bir hitap tarzı, bazen oturuştaki bir ince edep insan ruhunu ebediyen fethedebilir. Onun hayatının gidişini tamamen değiştirebilir. Bir tek kelime ile hayatının akışı değişen insanlar gördüm. Yıllarca önce bir hanımefendi anlatmıştı: “Gençlik yıllarımda aşırı hoppa, züppe bir genç kızdım. İçki içerdim, sigara içer, kumar oynardım. İnanç dünyasıyla, gönül alemiyle uzaktan yakından en ufak bir bilgim yoktu, güler geçerdim. Bir gün evimize bir misafir geldi. Babamın o misafire karşı gösterdiği aşırı saygı ve ilgi dikkatimi çekti, merak ettim. Bir ara babam dışarı çıkınca sordum, Kim bu zat? dedim. Rahmetli babam: ‘Evladım dedi bu zat manen çok kıymetli, çok değerli bir insan. Hayatta en büyük sevgiyi ve saygıyı ona karşı duydum.’ Müsaade istedim, içeri girdim, onların sohbetini dinlemeye başladım.
Babam soruyor, o zat cevap veriyordu. Dakikalar geçtikçe, konuşmalarını dinledikçe, o güne kadar hayatımda hiç hissetmediğim bir hali hissetmeye başladım. Kelimeler bir inci tanesi gibi dudaklarından dökülüyordu. Sakin, yumuşak, ağır ağır tane tane konuşuyordu. Yüzüne baktım nur doluydu. Sabahın ilk ışıkları gibi güzeldi, etkileyiciydi. Yavaş yavaş bulunduğum ortam ile ilgim kesiliyordu. O güne kadar hayatımda hiç hissetmediğim bir hali yaşıyordum. Oturduğum mekan, manevi bir ışıkla dolmuştu. ‘Efendim dedim, müsaade ederseniz bir soru sorabilir miyim?’ Cevap verdi: Hay hay efendim, buyurun dedi. Kendisine tek soru sordum. ‘İslamiyet nedir?’ Durdu, düşündü tek kelimeyle cevap verdi: “Doğruluk”. Bu bir tek kelime, o kelimenin söylenişindeki güzellik, asalet, incelik ve derinlik beni varlığımın bütün hücreleri ile ürpertti. Çünkü o kelime o kadar güzel, o kadar farklı, o kadar anlamlı söylenmişti ki… O günden sonra bütün dünyam değişti. Yepyeni bir hayat başladı benim için. Renk dolu, ışık dolu, şiir dolu bir dünya. Artık mutluydum, huzurluydum. Bütün günlerim birbirinden daha pırıltılı geçmeye başladı. Neden dünyaya geldiğinin bilincine ulaşmak, varoluşunun çılgın güzelliğini duyumsamak ne muhteşem bir olaydı. Önce sigarayı, içkiyi, kumarı bıraktım, sonra o güzelim namazlarıma kavuştum. İnsanın kendini her gün, her an Rabbinin huzurunda hissetmesi ne güzel bir olaydı. Bu birliktelikten daha ferahlık verici, daha hoş, daha aydınlık ne olabilirdi.”
Bunun gibi daha yüzlerce binlerce örnek verilebilir. Öyle insan vardır ki Hak nazarıyla bir kere bakar, bütün dünyanız değişir. Sessiz, sözsüz, harfsiz yeni, yepyeni, tertemiz, bembeyaz bir sayfa açılır önünüzde. O başka, bambaşka bir hayattır artık. Her an kelimelere sığmayan bir aşk kalbinizi kaplar. O aşkın yanında okyanuslar bir damla su gibi kalır. Artık solmayan renk, pörsümeyen güzellik oradadır. Necip Fazıl merhum, Abdülhakim Efendi Hazretleri ile olan karşılaşmalarını ne güzel anlatır:
“Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız,
Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız.”
İslam budur. İslam aşktır, heyecandır, estetiktir, güzelliktir, zarafettir, hayatın her noktasında edeptir, hayadır, inceliktir. Ne zaman ki islamı İman ve estetik boyutundan ayırıp katı, hissiz, duygusuz, aşksız, heyecansız şekillere icra etmişsek işte o zaman o mânâ güzellikleri renk gibi uçuyor, duman gibi dağılıyor.
(...devam edecek)
SABRİ TANDOĞAN
YENİ MESAJ GAZETESİ
|