Muhterem Büyüğümüz ve Çok Değerli Dostlar,
Hepinizi bu güzel Cuma sabahında en içten, en güzel duygularla selamlıyorum…
Bugün daha önce Sayın Büyüğümüzün iki bölümünü sunduğumuz bir makalesini tamamlamak kısmet oluyor.
İnşallah gününüzün hayırlar ve müjdelerle çok güzel geçmesi ve yepyeni güzelliklerle devam etmesi dilekleriyle…
İyi çalışmalar, işlerinizde kolaylıklar...
Çiğdem Seçkin Gürel
BÜYÜK ISTIRAP (3)
Küçüklüğümden beri beni etkileyen manevi büyükleri birer birer düşünüyorum. Hepsi toprak kadar mütevazı birer edep örneğiydiler. Gandi evden çıkarken diyordu, “Kendimi ayakkabımın üzerindeki tozdan daha büyük görürsem, ürperir Allah’a sığınırım.” Bir gün âşıklarından hayranlarından, bağlılarından bir zat, Ahmet Rufai Hazretlerine gider. “Efendim,” der “size olan sevgim, saygım, hayranlığım o kadar büyük ki nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum. Size evliyalar sultanı mı desem, âlimler padişahı mı desem, gönüller fatihi mi desem daha uygun olur. Bana bu konuda yardım eder misiniz?” Yücelerin yücesi büyük veli tebessüm eder, “Aman evladım,” der, “başka derdin mi yok. Ahmet de geçsin gitsin.”
İşte babaannem; merhum Ayşe Hanım, işte annem merhum Sabiha Hanım, işte babam merhum Ahmet Rüştü Bey, işte rahmetli Ömer Efendi Hoca, işte Gümüşhaneli Paşa Dede, işte Operatör Doktor Münir Derman, işte Hayri Öğüt Efendi Hazretleri, işte Azize Anne, işte Haymana yolundaki Hasan Efendi Hazretleri, işte Mamak yolundaki (Rahmetli) Ahmet Efendi Hazretleri, işte merhum Şaziye Anne ve daha niceleri… Hepsi ayrı ayrı edebin, inceliğin ve zarafetin örnekleriydiler. Hep ışık içinde yaşadılar ve hep çevrelerine ışık yaydılar. Kavgasız, gürültüsüz, münakaşasız, iddiasız, gösterişsiz, çalımsız ve cakasız bir yaşantının en güzel örneklerini verdiler ve veriyorlar. Çünkü onlar biliyorlardı ki insan kalbi ancak ve ancak içten fethedilebilir. Ve onun kapısı yalnız tazimle, hürmetle ve sonsuz bir incelikle açılabilir. Münakaşa ile hiçbir şey kazanılmaz. Lütfen yanlış anlamayın bu satırları okuyan herkes tek istisna olmadan benden daha önde, daha ilerde. Amacım kimseyi kınamak değil, ellerinizden öperim, hürmet ederim. Ne olur beni yanlış anlamayın! Ben Allah’tan ve Resul’den başka kimsesi olmayan garip, yalnız, boynu bükük bir insanım. Amacım kimseye çatmak değil. Bundan Allah’a sığınırım, ama bir takım gerçekleri de söylemeye mecburum. Yarın Allah’ın huzurunda bunları söylemezsem hesaba çekilmekten korkuyorum, acı çekiyorum, ıstırap duyuyorum. Böyle patırtıyla, gürültüyle, kavgayla, münakaşayla bir yere varılmayacağını kesinlikle biliyorum. Yemin ederim ki biliyorum. Boşuna zaman kaybediyoruz, boşuna birbirimizi kırıp incitiyoruz, boşuna nefes tüketiyoruz. Yazık değil mi? Yunus Emre “Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil, yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil” diyor.
Edep, illa edep, illa edep diyecekken ağzında pabuç gibi cikletle biz insanlara oruç tutturmaya kalkıyoruz. Siz gönül sultanlarını, mana âleminin büyüklerini ramazan günü ağzında cikletle düşünebilir misiniz? Gayet tabi ki hayır. Bazılarınız diyecek ki, onlar büyükler, onlar çiğnemez. Ben de diyorum ki sade o yüce sultanları değil, bir odacı Hüsamettin Efendiyi, bir Şöför Hasan Efendiyi, bir börekçi Hafız Ağayı, bir Avşalı naneciyi, bir boyacı Osman efendiyi de ben ağzında bir cikletle kesinlikle düşünemem. Eşim Rana Hanımı bir kere ağzında cikletle görseydim, içimde bir şeyler yıkılırdı. Olmaz efendim. Kendini bilen bir beyefendi, bir hanımefendi böyle iş yapmaz. Sarhoş, rakıyla kanı sulanmış bir insan, gözleri kaykılmış bir insan, sağa sola yalpalayan bir insan, ne söylediğini bilmeyen bir insan oruç tutsa ne olur, tutmasa ne olur? Bazıları diyecek ki; “Efendim bir kadehten ne olur, kıyamet mi kopar?” Yıllar önce bir komşumuz Sami Bey vardı. Banka müfettişiydi. Yarım bardak şarap içince ağzı, yüzü çarpılır, Gençlerbirliği karşısındaki Fenerbahçe gibi her yönüyle dökülür, rezili çıkardı. Ona sorarsanız içtiği yarım bardak şaraptı. O sessiz, sakin, yumuşak başlı, kibar, çelebi Sami Bey gider, yerine it suratlı bir yaratık gelirdi. İstirham ediyorum, çok istirham ediyorum, böyle bir insan oruç tutsa ne olur, tutmasa ne olur? Tutmadığı daha iyi, hiç değilse oruca laf getirmez.
Örnekler yüzlerce, binlerce arttırılabilir. Dinleyen, söyleyenden arif gerek meselince fazla uzatmak istemiyorum ve diyorum ki;
“Duyuyor, biliyor, inanıyorum ki
Yaşamak sevgilerle güzel,
El ele tutuşup ilan edelim
“Aşk gelicek cümle eksikler biter”
SABRİ TANDOĞAN