Sayın Aynur Gülşen,
24.1.2010 tarihli mailinizi aldım.
Kıymetli yavrum, bir uzman doktorun hastalarına faydalı olabilmesi için ne kadar uzun bir süre öğrenim gördüğünü, emek verdiğini, çile çektiğini hepimiz biliyoruz. Tıpkı bunun gibi bir insanın insanlara faydalı olabilmesi için önce bir manevi büyüğün nezaretinde yıllarca kendini yetiştirmesi gerekiyor. Hizmete talip olmak kolay. Bazan bunu nefis de istiyor. Ama önemli olan örnek bir müslüman olabilmek. Öyle bir müslüman ki yolda gittiği zaman onu görenler Allah’ı hatırlasınlar. Oturuşundan, duruşuna, edebinden saygısına, zarafetine kadar insanlara en güzel örnek olması lazım.
Bundan otuz yıl önceydi. İstanbul’da Çiftehavuzlar’da Güzel Sokak’ta bir manevi büyüğün evinde sohbet toplantısı vardı. Rahmetli eşimle beni de davet ettiler. Gittik. Sükunetle yerimize oturduk. Dinliyoruz. Bütün hücrelerimizle dinliyoruz. Bir gayemiz var: Oradaki konuşmalardan bir şeyler öğrenebilmek, istifade edebilmek... Aradan otuz yıl geçti. O toplantıda neler konuşuldu, neler görüşüldü, hangi güzellikler yaşandı, hala tadı damağımda. Ama bir hanımefendi vardı ki otuz yıldır beni hala etkiliyor. Yarabbi, bir insan bu kadar ince, bu kadar zarif, bu kadar kibar ve asil nasıl olabilir? Hâlâ izahını yapabilmiş değilim. Bir ara ev sahibi hanım ve toplantıda bulunan bazı genç hanımlar çay servisi yaptılar. Çayın yanında simit ikram ettiler. O bahsettiğim hanımefendinin öyle bir çay içişi, simidini kelimelerle ifadesi mümkün olmayan bir zarafetle yeyişi vardı ki otuz yıldır gözlerimin önünde. Zaman zaman, “Allah’ım,” diyorum, “ne olur, ben de o hanımefendinin binde biri kadar olabilsem...” Değerli yavrum, biraz ibadet edip, birkaç kitap okuyup kendimizi hizmete layık görmek acaba ne dereceye kadar doğru? Bu asırda bence en büyük hizmet oturup kalkmasını bilen, sükut etmesini bilen, ikide birde kendini ortaya atmayan, duruşuyla, yürüyüşüyle, yeyip içmesiyle, giyinip kuşanmasıyla, para harcamasını bilmesiyle, edeple, saygıyla, sabırla, zarafetle, insanlarla en güzel ilişkiler kurabilen örnek bir insan olabilmek. Gandi gibi evden çıkarken, değil bir insandan ayakkabısının üzerindeki bir tozdan bile kendini üstün görürse, af dileyerek, özürler dileyerek, bağışlanma dileyerek Allah’a sığınabilmek. Ben, hizmetin alfabesinin ilk harfi olarak bunu görüyorum. Bak yavrum, şimdi gecenin sabaha yaklaşan bir zamanı. Ayaklarımdaki ıstıraptan uyuyamıyorum. Kalktım, oturuyorum ve sizlere cevap verebilmek için canımı dişime taktım, çırpınıyorum. Ama diyorum önemli olan bir tek kişiye dahi olsa Allah rızası için faydalı olabilmek. Bu arada beni kıranlar, incitenler oluyor. Niye diyorlar ayağı kırılan, haftalardır ıstırap çeken bir kimseye yazdığın gibi bana mail yazmıyorsun. İnsaf be kardeşim, yüz kere insaf, bin kere insaf. Ne diyeyim. Başımı önüme eğiyor, sükut ediyorum.
İşte böyle yavrum. Bütün bunlara rağmen ben çırpınıyorum. Bir tek kişiye dahi olsa faydalı olabilmek için.
Değerli yavrum, lütfen bana kızma, darılma, sözlerimin arkasındaki derin mânâyı anlamaya çalış. Nutuk atmak kolay, çalım satmak kolay, hava basmak kolay. Ama önemli olan otuz yıl evvel gördüğüm hâlâ hayran olduğum, örnek aldığım, binde biri olabilmek için çırpındığım o muhteşem hanımefendinin sükutundaki sonsuz güzelliğe sahip olabilmek. Ben böyle düşünüyorum. Bütün büyük güzellikler, ihtişamlar, mükemmellikler önce sükutu öğrenmekle başlıyor. Acaba hiç düşündük mü, insanların en büyüğü, en yücesi, en güzeli Resulullah Efendimiz neden sabah olunca ekmeğini ve suyunu alıp Hira mağarasına gidiyordu? Oradaki o ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa yazılamayacak, ifade edilemeyecek olan o muhteşem sükut olmasa acaba Cebrail Aleyhisselam gelir miydi? “İkra” der miydi?...
Değerli yavrum, burada son veriyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Muhteşem Sükut Yazan Aynur Gülşen
Cvp: Muhteşem Sükut Yazan Sabri Tandoğan