Saygıdeğer Hocam;
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin ve tüm gönül dostlarımın üzerine olsun, Efendim. Öncelikle mailiyle, birbirini baş gözüyle görmeksizin sevmenin ve sevilmenin güzelliğini bana hissettirdiği için İlknur kardeşime teşekkür etmek isterim. O bir kar tanesi gibi, o kadar saf ve tertemiz ki, onun gibilerin var olduğunu gördükçe içim huzurla doluyor. Allah ondan razı olsun ve en kısa zamanda sağlığına kavuştursun, nice şifa bekleyen hastaları da yanısıra inşallah..
Dün bir yazı okudum, içindeki bir cümle beni saatlerce düşündürdüğü için yazmak istedim. Adamın biri oğluna hafta sonu parka gitmek için söz verir. Hafta sonu geldiğinde, oğlu sevinçle babasının yanına gelir ve hadi babacığım söz vermiştin parka gideceğiz der, Adam elinde gazetesi, kahvesini yudumlarken bu keyfini bozmayı pek istemez. Gazetede bir dünya haritası resmi vardır. Oğlunu başından uzaklaştırmak için aklına bir fikir gelir, o haritayı küçük parçalara ayırır ve oğluna der ki bu parçaları doğru bir şekilde yerleştirirsen o zaman seninle parka gidebiliriz. Adam akşama kadar rahatım, düşüncesiyle kahvesinden keyifle bir yudum alır. Aradan beş dakika geçmeden oğlu gelir ve babacığım bitti, der. Adam inanamaz ama gerçekten de dünya haritasının tamamlandığını görür. Şaşkınlıkla, oğluna bunu nasıl yaptığını sorar. Oğlu der ki, Çok basit, dünya haritasının arkasında insan resmi varmış, insanı düzeltince dünya da düzelmiş oldu.
Bu hikayede beni etkileyen işte bu cümleydi. “İnsan düzelince, dünya da düzelmiş oldu.” Ah! bunu keşke hepimiz idrak edebilsek te, dünyamızı daha iyiye daha güzele götürebilsek. Bir tek benim düzelmem ne işe yarar ki diyenleriniz olabilir. Neden olmasın?? Şeyh Galip demiyor mu mısralarında, sen alemin özüsün diye…
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen
(Kendine bir hoşça bak; sen alemin özüsün; varlıkların gözbebeği olan insansın. ) Yeter ki davranışlarımız KAL’ de değil HAL’de açığa çıksın. Çünkü, Kal ile anlatma devri çoktan bitti, artık Hal ile anlatmak gerek…Bunun en güzel örneklerinden biri Endonezya da yaşanmıştır.
Endonezya’nın Müslüman olma hikayesini çoğunuz duymuştur. Bir ülkenin Müslüman oluşuna vesile, sadece islamı hakiki yaşayan bir kişidir. Orada ticaret yapan bu zat, kendisinin olmadığı bir anda yardımcısının, defosu sebebiyle değeri 5 akçe olan kumaş topunu, 10 akçeye satması üzerine; bütün ahaliyi araştırıp, kumaşı alanı bulmuş, parasını iade edip, helallik istemiştir. Bu davranış taa Endonezya kralının kulağına kadar gitmiş, onun ve daha sonra tüm ülkenin İslama muhabbet duymasına ve Müslüman olmasına vesile olmuştur. Öyleyse siz Hocamın dediği gibi, edep ve tevazumuzla, doğruluk ve dürüstlüğümüzle, herkesi ve her şeyi Muhammedi bir aşkla sevmek ve kucaklamaya çalışmak gerek..
Bazen anneciğimle de dünyanın gidişatını ve insanları konuşuruz. Kendisi, daha annesinin karnındayken yetim kalmış, nice sıkıntılar ve yokluk çekmiş, 20 yaşında gencecik evladını ve 11 yaşındaki torununu kaza sonucu toprağa vermiş, fakat bir kez bile isyan etmemiş bir sabır abidesi.
Anneciğimle yine bir sohbetimiz esnasında, çok incinmiş olacak ki, insanların nankörlüğünden bahsetti ve gözlerinden hemen yaşlar süzüldü. Ben de O’na ayeti hatırlattım. “Kahrolası, insan ne nankördür.“ (Abese-17) Ah! Anneciğim, insanlar kendilerini yoktan var eden, sayısız nimetlerle donatan Rablerine karşı bile nankörlük ediyor da bize mi etmez, biz kimiz ki? Dedim. Önemli olan bizim başkalarına nankörlük etmememiz. Ama, dedi annem, iyilikle, cömertlikle muamele ettiğin, sevgi gösterdiğin kişinin nankörlük etmesi insanı çok incitiyor. Kırk yıl sırtında taşıdığın insan bir kez yere indirmeyle ağzına geleni söylüyor, nasıl incinmeyeyim, diye benden hak vermemi istedi. Ona doğru bakıp, Leyl suresinin son ayetlerini okudum. Bu sureyi mealiyle ezberlerken son ayetlerini günlerce düşünmüştüm. Annem, merakla sordu, ne diyor bu ayetler?…Anneciğim, Rabbim bu ayetlerde bahtiyar insanların bir halini söylüyor. Diyor ki, “O kimseler arınmak için, hiçbir karşılık beklemeksizin sırf Allah rızası için verirler ve o kişilerin nezdinde hiç kimseye karşılığı verilecek bir nimet ve minnet yoktur”. Ne mutlu verebilenlere…Onlar gerçekte alanlardır, anneciğim.
Annem pek anlayamamış gibi bakınca, biraz daha açıklamaya çalıştım. Ne mutlu sana ki dedim, sevgini ve sahip olduğun her şeyi vermeye, paylaşmaya çalışıyorsun sırf Allah Rızası için..Karşılığında ise kimse sana bir hediye vermiyor, bir teşekkür de etmiyor, ya da arayıp hatırını bile sormuyor. Ne güzel, yani senin kimseye minnet borcun yok, Allah’tan gayrı. Bir de böyle görmeye çalış…Eğer sana iyilik eden biri karşısında gerektiği gibi mukabele edemediğinde, teşekkür edemediğinde sırtında bir yük varmış gibi hissetmez miydin? Dedim. Öyleyse sevinmeliyiz. Ne mutlu bize, Allah bizi başkalarına karşı minnette bırakmıyor. Bizi insanlara ulaştıracağı hayra vesile kılıyor. Hayra vasıta kılıyor, şerre değil..Resulullah Efendimizden de bu konuda bir müjde var. Bir Hadisinde “İki haslet vardır ki, Allah onları sever. İki haslet de vardır ki, Allah onlardan nefret eder: Allah'ın sevdiği iki hasletten biri cömertlik, diğeri ise maddî ve manevî fedakârlıktır. Allah'ın nefret duyduğu iki haslet ise, biri kötü ahlâk, diğeri de cimriliktir. Allah, bir kulunun hayrını dilerse, onu insanların ihtiyaçlarını gidermede istihdam eder.” demiştir.
Yani Allah, hayrını dilediği kula, diğer kulların ihtiyaçlarını gördürürmüş. Bu müjde her şeye değmez mi? Allah hakkımda hayrı dilemişse, Varsın yarattıkları iyiliği görmesinler, varsın beni sevmesinler, nankör olsunlar, bu beni niye üzsün ki… Bana nankör olan aslında Rabbine nankördür. Çünkü, O güzeller güzelinin izni olmasa ben gibi aciz bir kuldan iyilik hasıl olmaz ki…İyilik ancak O’ndandır, Ben, Ondan kuluna gelecek iyiliğe ancak vasıta olabilirim. Allah cümlemize her daim güzel düşünmeyi, güzel yaşamayı ve iyiliklere vesile olmayı nasip etsin, inşallah…
Hani bir hikaye vardır, bedevi padişaha ziyarete gidecektir. Ona bir hediye götürmek ister ve bir birikintide bulduğu kirli suyu kırbasına doldurur, hediye olarak götürmek üzere. Çünkü, çölde yaşayan bedevi için su en büyük hazinedir. Gider görür ki padişahın sarayının her yerinde, billur gibi ırmaklar çağlamakta. İşte şu yazdığım mailimde, ben de bedevi misali kırbama gönlümden bir şeyler doldurdum, ama ne yazık ki arınmamış olan nefsimden ona belki bir şeyler karışıp kirlenmiştir. Gördüm ki sizin gönül sarayınızda Muhammedi aşk pınarları fışkırıyor…Utanarak boşalttım kırbamı, sizin pınarlarınızdan dolmak üzere…
Ben taşıdığım kalpten, nefsimin hastalıklarından bihaberim Hocam, ama siz Allah’ın izniyle vakıfsınızdır. Çünkü Resulullah Efendimiz, “Müminin ferasetinden korkunuz, çünkü O Allah’ın nuruyla bakar,” der. Karanlık gecenin dolunaya, susuzluktan çatlamış toprakların rahmete hasreti gibi, Nasihatlerinize hasretim. Lütfen, nefsimin arazlarından kurtulup arınmam ve Allah’a hakiki kul olabilmem için bana nasihat ediniz.
Varlığınız ve sözleriniz ruhuma şifa veriyor, dilerim Rabbim de sizin bedeninizdeki rahatsızlıklarınıza şifa versin ve sizi başımızdan eksik etmesin,Hocam.
En kalbi sevgi, saygı ve selamlarımla…
Allah’a emanet olunuz.
Mukarreb
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
“Hayat bayram olsa” Yazan "Mukarreb"
Cvp: “Hayat bayram olsa” Yazan Sabri Tandoğan