Efendim,
Edep, incelik, tevazu ve hayır kapılarının ardına kadar açıldığı, bütün güzellikleri içinde cem etmiş, yepyeni uyanışlar getirecek, verimli çalışmalarla dolu, huzur dolu bir cuma günü ve devamını dileyerek sizleri selamlıyor ve Sayın Büyüğümüzün mânâ dolu yazısının devamını sunuyorum.
Hayırlı günler,
Çiğdem Seçkin Gürel
Hikmet Hanım (2)
Küçük dediğimiz olaylar, sözler, davranışlar bazen bir insanın bütün hayatını mahvedebilir. En büyük yangınlar, önce küçücük bir dumanla başlar, Şebnem gibi küçücük bir mürekkep damlası, bir düşünceye isabet ettiği zaman, öyle kelimeler meydana gelir ki, üzerinde binlerce, belki milyonlarca insanı düşündürür. Unutmayalım, en uzun yolculuğa bile, bir adımla başlanır.
Bir karınca, kendi ağırlığının elli iki katını yüklenebilir. Arı, yarım kilo bal yapabilmek için altmış iki bin beş yüz yoncaya konması gerekir. İnsan gerçekleri her gün yeni bir biçimde duyma ihtiyacındadır. Bir değişik görüntü, düşünce ve duyguya ayrı bir anlam katar. Mevlana, “Her gün bir yere konup, bir yerden göçmek, akarsu gibi bulanmaktan, donmaktan kurtulmak, ne hoş. Dün de geçti, düne ait söz de dün gibi gelip geçti. Bugün yeni bir söz söylemek gerek.” diyor.
Küçücük bir kır çiçeği, o inanılmaz geometrik düzeni, güzelliği, zerafeti ve estetiği ile hassas bir insanı ağlatabilir. “Kalpten kalbe yol vardır.” derler. Bir kalp, ancak sevgiyle, saygıyla, edeple, zarafet ve incelikle fethedilebilir. İnsan fıtratı, Allah’ın giz dolu bakışlarını taşır. Kapısı ancak, incelik ve yumuşaklıkla açılır. Cenab-ı Hak, Hz. Musa’yı, Firavun’u Hakk’a davetle görevlendirirken dikkatini çeker, uyarır: “Ya Musa, Firavunla konuşurken, yumuşak ve tatlı söyle…”
Söylenen kadar onun nasıl söylendiği de önemlidir. Önemli olan, kulakların değil, kalbin duyduğudur. Bir kalbin kapısını ancak kalbî yöntemlerle açabiliriz. Mevlana, “Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.” diyor. İnsanın içinde olmayanı ondan beklemeye hakkımız olamaz ki… Kalbe gidecek yolu bulamadıktan sonra, deve yükü kitap yazsan ne fayda… Astronot aya gidiyor, bayrak dikiyor, torbasına toprağından alıyor, fotoğraflarını çekiyor, sonra evine geliyor. Ama hanımı ile, çocukları ile güzel, temiz, uygarca bir diyalog kuramıyor. Ne kadar acı… Düşünmüyorlar ki, bir kalp, ancak bir kalple elde edilebilir. Fırtınaya karşı, herkes penceresini kapar. İçimizde uyuklayan ve uyanmak için bir temas, bir ses, belki sevgi dolu bir bakış bekleyen nice gerçekler vardır. Bunların yanında kafa ile öğrendiğimiz hafıza yardımı ile saklamaya çalıştığımız bilgiler ne kadar sönük kalır.
Huzur, içte sağlanan dengenin meyvesidir. İslamın getirdiği ölçüler, insanı dengeye çağırır. İfrat ve tefrit daima insana zarar verir, yerine göre felaket getirir. Kainatın Efendisi, “İşlerin hayırlısı vasat olanıdır.” buyuruyor. Her şey ince bir hesap üstüne kuruludur. Kamil insan, olgun insan, ne zaman, nerede, nasıl hareket edileceğini bilen insandır. Çiçek çabuk büyüsün, daha güzel olsun diye çok sulanırsa, çürür. Bir bardak çaya, daha lezzetli olsun diye sekiz şeker koyarsak, ilaç gibi olur, içilmez. Herkes, ‘yanlız benim dediğim doğrudur’ dediği zaman hayat bir kaosa döner. Kavram anarşisi içine girilince herkes, her şeyi istediği gibi anlama ve yorumlama hakkına sahip olduğunu sanır. Netice de ayaklar baş, başlar ayak olur. İnsan fıtratına en aykırı gelen durum da budur.
----o----