Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sayın Çiğdem Seçkin Gürel Hanım'dan aldığımız sunum
Gönderen : Çiğdem Seçkin Gürel
Tarih : 2/19/2010 11:08:38 AM



 


Muhterem Büyüğümüz ve Saygıdeğer Dostlar,


Selamların en güzeliyle Merhaba,


 


Bugün yaşama sanatının gerçek bir ustası olmuş Sayın Büyüğümüzün bu konuda kaleme almış olduğu bir yazı dizisine başlarken iki güzel şiiri sizlerle paylaşmak istedim:


 


 


TARANTA BABU


 


Ve dünya öyle büyük,


öyle güzel


öyle sonsuz ki deniz kıyıları


her gece hepimiz


yan yana uzanıp yaldızlı kumlara


yıldızlı suların


türküsünü dinleyebiliriz...


 


Yaşamak ne güzel şey


Taranta-Babu


yaşamak ne güzel şey…


Anlayarak bir usta kitap gibi


bir sevda şarkısı gibi duyup


bir çocuk gibi şaşarak


YAŞAMAK...


 


Yaşamak:


birer birer


ve hep beraber


İpekli bir kumaş dokur gibi...


Hep bir ağızdan


sevinçli bir destan


okur gibi


YAŞAMAK...                      (Nazım Hikmet)


 


 


 


HAYRANLIK


 


Ne güzel enseyi geçmemesi saçların,


Alnımızda bitmesi.


Tane tane olması kirpiklerin,


Tel tel olması kaşların.


Ne güzel insan yüzü,


Elmacık kemiği ve on parmak.


Ya dünyamız... Bütün bu mevsimler,


Bulutlar, telli kavak


Ya İstanbul...                   (Oktay Rıfat)


 


 

Yaşantılarımızın bir sanat haline dönüşmesi ve yaşama sevinciyle dolması dileğiyle...
 

Çiğdem Seçkin Gürel




Yaşamak Sanatı (1)


Dün bir okurum ziyaretime geldi. İyi niyetli, temiz, efendi bir insan. Dert yandı. “Efendim,” dedi, “bazı gazeteleri okudukça, bazı televizyon kanallarını dinledikçe kafam iyice karışıyor. İç dünyam allak bullak oluyor. Bazen uykularım kaçıyor. Bazen hane halkına karşı, hiç istemesem de hırçınlaşıyorum, kabalaşıyorum. İş yerimde kalp kırdığım oluyor. Velhâsılı huzurum, tadım,  tuzum kaçıyor. Şaşırdım kaldım. Ne olur bana yardımcı olun. Stresli, bunalımlı bir insan oldum. Ama her insan gibi benim de biraz huzura, biraz sükuna ihtiyacım var. Ne yapmalıyım, nasıl hareket etmeliyim. Lütfen beni aydınlatın.”


Değerli okurumu saygı ile, edeple dinledim. Ve sonra şöyle dedim: İlk yapılacak olan, panikden uzak, sakin, fıtratından uzaklaşmamış bir kafa yapısına sahip olmak… Objektif olarak hakikati görmek isteyen bir kimse önce zihnini bir gölün durgun suları haline getirmelidir. Bulanık bir zihin daima gerçekleri saptırır. Tedavide en önemli unsur, önce doğru teşhis koyabilmektir. Bu da önce iç dünyada barışı, sulhü, sükunu gerektirir. Kendi kendisiyle kavgada olan bir insan, çevresiyle de kavga halindedir. İç dünyasında kendi kendisiyle barış içinde olmayan bir insan, ister istemez dış âlemde de, çevresiyle de kavga içinde olmak zorundadır. Huzura giden ilk yol, Allah’tan râzı olmakla başlar. Allah’tan râzı olmak önce inanmak, dosdoğru olmak, sonra kayıtsız şartsız teslim olmak demektir. Rıza, çok yüksek bir makamdır. Yunus bir mısraında, “Bir çeşmeden akan su, acı tatlı olmaya.” der. Hak’tan gelen bütün tecellilere, ayrım yapmadan, sükûnetle, tebessümle göğüs gerebilmek kolay iş değildir. Aşk işidir, sabır, tahammül işidir.



Çocukluğumda çok söylenen bir ilahi vardı:

“Güzel âşık, çevrimizi çekemezsin demedim mi


Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi”

 

Bence rızadan sonra şükür gelir. Mevlânâ, “Şükür, seni dostun nezdine kadar götürür”, diyor. İnsan şükrettikçe nimet çoğalır. İnsanlar içinde nimete en çok lâyık olan, en çok şükredendir. Sonra edep gelir. Edep, aklın dıştan görünüşüdür. Edep, aklın çiçeklenişidir. Öyle bir taçtır ki, onu başına tak da nereye gidersen git. Kişinin altınından edebi daha hayırlıdır.


Rıza, şükür, edep, sabır, kanaat insanı insan eden en önemli hasletlerdendir. İç dünyamızı bu güzelliklerle süsleyip, arıtmadan, temizlemeden; iyiyi kötüden, doğruyu eğriden nasıl ayırt edebiliriz? Eğrinin doğrusu, doğrunun eğrisi gene eğridir. Bazıları “akıl” diyor. Eğer her şey akılla halledilseydi, o zaman Allah, Peygamberlerini göndermezdi. Hayatta nice cin gibi zeki insanlar var. Bir türlü hayatlarını iyiye, güzele, doğruya, temiz, asil ve yüce olana götüremiyorlar. Çırpınıyorlar, yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. Perişan yaşayıp perişan ölüyorlar. Yüzmeyi bilmeden, başkalarına yüzme öğretmeye kalkanların hâli ortada. Evet, akıl büyük nimet, ama sadece aklına güvenip, akılla yola çıkanları görüyorsunuz…


Kâinatta boş, gereksiz, sebepsiz yaratılmış, ne bir insan, ne bir hayvan, ne bir bitki, ne bir zerre vardır. Her şey son derece ince bir plânla var edilmiştir. Önemli olan hayata, insanlara, olaylara Hak nazarıyla bakabilmektir. Büyük Yunus, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” der.


SABRİ TANDOĞAN


YENİ MESAJ GAZETESİ, 1998

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]