Sayın Ayla Belen,
1.3.2010 tarihli mailinizi aldım.
Kıymetli yavrum, hayatta insanın yaşadığı öyle anlar vardır ki bir ömür boyu unutulmaz. Bu bir görüntüdür, bir mısradır, bir bakıştır. İçimizde yer eder ve mütemadiyen tekrarlanır. Bahsettiğin, Ahmet Muhip Dranas’ın mısraları çok zaman dudaklarımdan dökülür. O anlar ne güzeldir. İnsan hiç bitmesini istemez. Şimdi saat gecenin dördü. Bu sefer dudaklarımda Antalya’lı şair, merhum Yargıtay üyesi Hamit Macit Selekler’in mısraları:
Şeklalır semaverde gümüşten, şeffaf bir sır
Porselen kadehlerde süzülmüş renk ve ıtır
Kıvrık kirpikleri yaş, iki çift göz, iki baş
Odada tatlı, yavaş bir sesle fısıldaşır
İşlemeli bir perde, ağır ağır iner de
Düğümlenir içerde, okunmayan bir satır
Alllah’ım, sevmek ne güzel ne güzel bir duygu.
Yunus’un dediği gibi bu cihan cehenneminde bakıyorsunuz hayalinizde kalan bir mısra, bir bakış, bir tebessüm insanı bir ömür boyu cennette yaşatıyor, “bu cihan cehennemini yağ ile bal ediyor”. Yine Ahmet Muhip Dranas’ın mısraları ile:
“İnsan yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu
Çöküp, peynir ekmek yediği bir taşı
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.
Aşklar, uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali, kol kola
Ya sizler, ey geçmiş zaman etekleri
İhtiyar ağaçlı kuytu bahçelerden
Ay ışığı gibi sürüklenip giden
Geceye bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler, işveyle, nazla...
Ebedi aşığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin şahidi çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde
Ey, bir gülüşü olsun görülmemiş kadın
Ne kadar ölümsüzsün aynasında aşkın
Hatıraların uyandığı bu akşam vaktinde
Sensin, hep sen, esen dallar arasından...”