Seyahatler ve İnsana Kazandırdıkları
Beş yaşında bir çocuktum. Bir komşu teyze misafir gelmişti. Annemle sohbet ediyorlardı, ben önümdeki oyuncakla oynuyor, hem de komşu teyzeyi dinliyordum. Bir söz dikkatimi çekti: “Çok okuyan değil, çok gezen bilir.” Günlerce bu sözü düşündüm. Yıllar geçti, hâlâ zaman zaman düşünürüm. Birçok hakikatleri fısıldıyor kulağıma. Gezmek, görmek, görebilmek, müşahede edebilmek, hayata ve insanlara ait birtakım sırları yakalamak. Seyahat etmek çok heyecan verici bir olay, bir nevi hayat kitabını okuyabilmek. Allah nasip etti, yurtiçinde ve yurtdışında pek çok yerler gezdim, gördüm; hâlâ da büyük heyecanlar duyarım yolculuklar için. Her gezi bana bir sırrın ifşası gibi gelir. Ürperir, heyecanlanır, düşünürüm. Günümüzde turizm denilince, sanki gezmek, görmek, yalnız denize gitmek, deniz hayatını yaşamak gibi bir izlenim bırakıyor pek çok insanın kafasında. Güneşin karşısında mütemadiyen kızarmak, sonra da bayılmak derecesinde bunalıp, daralıp denize atlamak. Turizm acentelerinin reklâmlarında olay hep böyle gösteriliyor. Oysa gerçek durum ne kadar farklı, ne kadar başka. Yeni bir şehir, yeni bir ülke görmek, yeni insanlar tanımak, yeni örf ve âdetler, yaşama üslûpları görmek ne kadar ürpertici bir olay. İnsan ki, kâinatın bütün sırlarının içinde gömülü olduğu yüce varlık... Onu tanımak, onu anlamaya çalışmak kadar heyecan verici ne olabilir? Ülkeler değişiyor, insanlar değişiyor, onların hayata bakış açıları değişiyor, varoluşun anlamına getirdikleri bakış açıları değişiyor. Hayatta insanı bu kadar etkileyen başka neler olabilir? Bazı ülkelerde öyle tipler görüyorsunuz ki, sizin günlük yaşamınızda onları görebilme imkânı yok, bulabilme imkânı yok. Onlar bazen bir ömür boyu bilinçaltında kalıyor, sizi etkiliyor. Yerine göre bir jest, bir bakış, bir tebessüm mânâ âleminizde ölümsüzleşiyor. Sanki onlar sizin içinizde yaşıyorlar. Bu kazancın boyutları durmaksızın yenileniyor. Bazen trende, arabayla geçerken gördüğünüz bir ev, o evin bir perdesi, o evin bahçesindeki çiçekler sizi yepyeni güzelliklere götürüyorlar. Bir kimse Louvre Müzesi’ni gezdikten sonra, yaşamına yepyeni boyutlar katılmıyorsa ne denilebilir? Hayat alabildiğine zengin, ihtişam dolu, pırıl pırıl önümüzde uzanıyorken, onun güzelliklerine bigâne kalmak, omuz silkmek, bana ne demek, umurumda bile değil demek ne ile izah edilebilir?
İnsanoğlu bugün var, yarın yok; hayat öylesine kısa ki, halk şairi ne güzel söylüyor: “Dünya bir penceredir, her gelen baktı geçti.” Önemli olan, o bakışın güzel, derin, anlamlı olabilmesi. Güzellikler önümüzde bizi bekliyor, hadi gel diyor, ne duruyorsun diyor. İnsan hayatını öyle canlı, öyle renkli, öyle güzel yaşamalı ki, baştan sona ihtişam içinde geçebilmeli. Güzelliklerle dolmalı, sevgilerle dolmalı. İnsan hayata bakarken; “Seviyoruz, seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden” diyebilmeli. Yunus Emre gibi; “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyebilmeli.
Sabri Tandoğan
4 03 2010
Çok Değerli Büyüğüm;
Sonsuz sevgi ve en derin saygılarımla ellerinizden öpüyorum.
|