Sevgi Dolu Aziz Büyüğümüz ve Çok Değerli Dostlar,
Hepinize selamların en güzeliyle, hayırlı günler dileğiyle Merhaba,
Değerli dostlar, ilk bölümünü pazartesi günü sunduğumuz, Sayın Büyüğümüze ait yazının bugün ikinci bölümünü paylaşıyoruz. İnşallah yaşama sanatının bütün bu inceliklerinin yaşantılarımıza yansıması ümidi ile hepinize içinde bütün güzelliklerin yaprak yaprak çözüleceği sonsuz güzellikte zamanlar diliyorum.
Gönül dolusu selamlar, sevgiler, saygılar sunuyorum.
Çiğdem Seçkin Gürel
İnsanoğlu hayata ne verirse onun karşılığını alır. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerimde, “Biz, insana şahdamarından daha yakınız” buyuruyor. Ne bekliyoruz? Yunus, “Seni deli eden şey, yine sendedir sende” diye sesleniyor. İçimizi arıtmadan, temizlemeden, güzelleştirmeden Allah’a nasıl ulaşabiliriz? “Padişah gelmez saraya, hane mâmur olmadan…” Sabır, şükür, kanaat zırhına bürünmeden, edep, saygı içinde yaşamadan mümkün müdür mutlu ve huzurlu olmak? Peki biz ne yapıyoruz? Şikâyet, hep şikâyet… Hayattan, toplumdan, insanlardan… En azından o kötülükler, bizim sınırımıza geldiği zaman orada duruyor mu? Yoksa biz de, “elle gelen düğün bayram” mı diyoruz?
Bir kaya kovuğunda kalan böcek, bütün hayatı, yerleri ve gökleri bu delikten ibaret sanır. Her gün bilime, güzel sanatlara, dine, tasavvufa, doğa güzelliklerine gitmek varken, günün basit, zavallı olayları ve insanları içinde sıkışıp kalmak niye? Bize bu ömür, aptal kutularındaki saçma sapan programları seyretsinler diye mi verildi? Japonlar için hayatta imkânsız denen hiçbir şey yoktur, her an, her şey olabilir. Onlar hiçbir şey karşısında şaşırmazlar. Hayatı ve insanları oldukları gibi kabul ederler. Onlar için hayatta olmayacak hiçbir şey yoktur. Maymun da ağaçtan düşebilir. İşlerini hiçbir zaman şansa bırakmazlar. Her şeyin önlemini önceden alıp, neticeyi beklerler.
Brezilya ırmaklarında minicik balıklar varmış. Dikkatsiz bir yüzücü buldular mı binlercesi birden saldırıp, birkaç saniye içinde, hızla, minicik lokmalar kopararak zavallıyı yer bitirir, iskeletini bırakırlarmış. Modern toplum, modern medya da aynen böyle. Her gün insandan iyi olan, güzel olan, temiz, asil ve yüze olan yönlerinden bir şeyler koparıyor. Bir gün bakıyorsunuz ki geride bir şey kalmamış.
Çağımız bilgiye tapıyor. Ama kalp aydınlanmadıktan sonra, ışıkla dolmadıktan sonra neye yarıyor. Sevgiden uzak, saygıdan uzak, edep, incelik, zarafetten uzak, yüzleri sararmış, gözleri çökmüş, bedbin, karamsar, sadece şikâyet eden, herkesi, her şeyi küçük gören kimseler… Siz bu kafayla bir şey olduğunuzu mu sanıyorsunuz? Kenan Rifaî, “Sen seyrancısın, seyranına bak” diyor. Şaşkın kimse, ömrünü boş yere harcayandır. Deniz suyu içmek susuzluğu gidermez ki… Önemli olan haddini bilmektir. Haddini bilecek olursan her zerre sana hizmet eder. Haddini aşacak olursan, her faydalı şey sana zararlı olur. Allaha yakın olanın bütün sıkıntısı gider. İlmin anahtarı, edep, tevazu ve soru sormaktır. Her mükemmeliyetin ardında bir çile vardır. Herkes kendi kendi evinin önünü temizlerse, bütün şehir tertemiz olur.
Gerçeğe varmak için berrak bir zihne ihtiyaç vardır. Bulanık, karmakarışık, stresli bir zihinle bir yere varılamaz. Şüphesiz, nefis kötülüğü emredicidir. Zihin nefsaniyetten uzaklaştığı oranda güzelliği sezebilir, gerçeği fark edebilir. Mevlânâ, “Bir insanda gurur ve kibir, ağzını açtığı andan itibaren sarmısak gibi kokmaya başlar” der. Önemli olan, “ben”i, egoyu aşabilmek, “ben”siz bir âleme yükselebilmektir. Eteklerimiz, nefsaniyetin ağırlığı ile kaldığı sürece, yerde sürünmeye mahkûmuz. Fuzulî, “Dehr bir bâzârdır, herkes metaın arzeder” diyor. İçindeki kavgayı bitirip, onu ilâhi aşkın güzellikleri ile besleyip, bunu dışarıya yansıtanlara ne mutlu…
SABRİ TANDOĞAN