Sayın Sami Melih Bey,
9.3.2010 tarihli mailinizi aldım.
Kıymetli yavrum, herhalde on beş gün oldu. Ankara’da da bir depremle karşılaştık. Gecenin üçüydü. Ben, koltukta oturmuş kitap okuyordum. Apartman sarsılmaya başladı. Apartman onsekiz katlıydı. Nereye gidebilirdim, ne yapabilirdim. Önce dua ettim, selavat getirdim, kelime-i tevhidi söyledim, sonra sükunetle Besmele çekerek depremin bitmesini bekledim. Hani ben size şöyle yapın, böyle yapın diyemem.
O meşhur 17 Ağustos depreminde İstanbul’dan doktor Berrin Hanım telefon açtı. Dedi ki “Deprem oldu, bütün komşular gecelikle, pijemayla sokağa kaçtılar. Biz şu anda evdeyiz. Ne yapabiliriz?” Dedim ki “Bir güzel çay demleyin oturun, afiyetle için. Şifa olur inşallah...” Sevgili yavrum, ben olaylar karşısında sükunetimi kaybetmem. Olacak olan başa gelir. Telaşa kapılanların da pek akıllıca hareket ettiklerini sanmıyorum. Birtakım şom ağızlı kimseler yıllardan beri sevgilisinin adını sayıklayan aşıklar gibi deprem deprem diye tepinip duruyorlar. Değerli yavrum, hepimiz vakti, saati gelince Hakka göçeceğiz. Bu işi panik konusu yapmamalı.
Söyleyeceklerim bu kadar.
Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Paniğe ne gerek var Yazan Sami Melih
Cvp: Paniğe ne gerek var Yazan Sabri Tandoğan