http://www.bizgittik.com/sohbet_sabri_tandogan.html
Sabri Tandoğan
HATIRALARLA BAŞBAŞA
Senelerce, senelerce evveldi. Ankara Gazi Lisesinde genç bir öğrenciydim. Akşamları iple çekerdim. Dersleri çok iyi dinler, dersi derste öğrenirdim. Her akşam tiyatroya giderdim. Tiyatro, o zamanlar ama yalnız o zamanlar benim için bir okuldu, bir üniversite idi, bir mabetti. Tiyatroya giderken genç ruhumun bütün sâfiyetiyle camiye gider gibi abdest alır öyle giderdim. En temiz elbiselerimi giyerdim. O zamanlar tiyatro üzerinde muhteşem bir el vardı: Büyük rejisör Carl Ebert. Viyana’dan gelmişti. Zamanının en büyük rejisörü idi. Öyle bir tiyatro ekolü meydana getirdi ki bütün toplumu fethetti. O zamanların Ankara’sında insanlar bir araya geldiği zaman şimdi olduğu gibi dedikodu yapılmazdı. Sadece tiyatro konuşulurdu. Tiyatroya gitmeyen insanlara insan gözüyle bakılmazdı. Civar vilayetlerden otobüslerle her akşam tiyatro seyircileri gelir piyesi seyreder, kafaları aşk dolu, heyecan dolu, güzellik dolu evlerine giderlerdi. Tiyatroda el kol sallamak, ayak hareketleri yapmak en büyük ayıp kabul edilirdi. O insanın ilkelliğine, görgüsüzlüğüne hüküm verilirdi. Öyle piyesler vardı ki dört kere, beş kere giderdim. Edebi kurul Avrupa’nın en güzel eserlerini seçer, her akşam seyircilere bir sanat ziyafeti verilirdi. Akşam ziyaretlerinde aileler o hafta seyrettikleri piyeslerin kritiğini yaparlar birbirlerine tavsiye ederlerdi. Benim için her piyes insanı anlamaya, hayatı anlamaya doğru bir muhteşem adımdı. Günlerce o piyesi düşünürdüm. Oradaki insanları inceler, karakter tahlilleri yapardım. Sonra evde, okulda tek başıma çıkardığım duvar gazetesinin yazılarını yazardım. Bu yazıların çoğu tiyatroya dairdi. Ertesi gün onları okula götürür, duvardaki panoya asardım. Lise yıllarım böyle geçti. Gerek oturduğumuz apartmanda gerek karşı apartmanda çok kıymetli bazı tiyatro sanatkârları otururdu. Telefonla randevu alır, edeple, saygıyla onları ziyarete giderdim. Onlarla konuşurken de hayatın, sanatın, güzelliğin sırlarını öğrenmeye çalışırdım. Bugün zaman zaman bir tiyatro eseri görmek amacıyla kıvranıyorum. Ama ne mümkün. Öyle piyesler oynanıyor ki… Bu konuyu daha fazla incelemek istemiyorum. Yine gözlerim eski günlere dalıyor. İşte Ahmet Muhip Dranas’ın “Gölgeler”i, işte piyesten aklımda kalan bazı cümleler: “Ne kadar olmaz şeylerle cebelleşiyoruz Yarabbi. Şu küçük küçük kavgaların, didişmelerin ne manası var? Mühim olan içimizin bizi alıp götürdüğü dünya, hayatla karşı karşıya yapayalnız kaldığımız an mühim. Koşup koşup da vapuru, treni kaçırdığımız an.”
“Duran bir saat kurulunca işler ama duran bir insanı kurup işletemezsin. İnsanoğlu bir kere durmaya görsün.”
Şimdi bütün bu güzellikler mazide kaldı. Rüya oldu. Acaba tiyatromuzun canına okuyanlar vicdan azabı çekiyorlar mı…?
http://www.gonulsohbetleri.net/
Email :standogan@gonulsohbetleri.net