Muhterem Hocam;
Sizi 4 yıldır tanımama rağmen, ilk defa geçen Cuma günü sizi arama cesaretini kendimde bulabilmiştim. O kadar heyecanlıydım ki, kalbimin atış sesleri dışarıdan duyuluyordu desem, abartı olmaz. Tuşlara dokunurken, ellerim titriyor, bir yandan da nasıl hitap ederim, ne söylerim düşünceleri aklımdan geçiyordu. Size, bana yazmış olduğunuz son mail için teşekkür etmek istemiştim. Onu defalarca okudum, her okuyuşta bizlere duyduğunuz merhameti, sımsıcak sevgiyi ve şefkati içimde, ta derinlerde hissettim. Telefonu, çok edepli zarif bir bayan açtı, uyuduğunuzu söyledi. Size o kadar hürmet ve tazim içerisindeydi ki, uyanırsınız diye korkusundan resmen fısıldar gibi konuştu. Onun o edepli, sakin konuşması karşısında, heyecandan kükrer gibi yüksek çıkan sesimden haya ettim. Size iletmesi gereken bir şey olup olmadığını sordu. Ben de “Lütfen, Hocama selamımı iletir misiniz “dedim. Sizin için “kim diyelim?” dedi. Ben de , gerçek adım yerine “İzmir’den Mukarreb “dersiniz deyip kapattım.
Resulullah’ı görmek için gidipte göremeden dönen Üveys El karani misali hüzünlenmiştim. Gerçi, o Mübarek zatın bıraktığı nurunu, Resulullah görmüş ve anlamıştı. Keşke, benim de size böyle bir güzellik bırakacak halim olabilseydi…Sadece, iletilmek üzere “selam” bırakabildim. Sonra da, eğer selamım Hocama iletilirse ve şayet selamımın da Hocam için bir değeri varsa, bana bir maille karşılık verir diye içimden geçirdim. Takip eden günlerde hep, mail adresimi kontrol ettim, sizden bir mail bulma isteğiyle…Sonra, gönlüme değişik bir hal geldi.Dedim, sen ne yapıyorsun? Mana yolunda bir adım atabildin zannediyorsun ama hala bir arpa boyu yol gidememişsin… Hala sevildiğini bilmek, ilgi görmek peşindesin, sen ne yazıktır ki Allah’ın rızasının derdinde değil, nefsinin derdindesin… Sevilmeyi , kabul görmeyi, övülmeyi talep eden hep nefsin…Bir maili dört gözle bekleyerek sende şu zavallı nefsine prim veriyorsun. Hz. Ali’nin “ Ben rabbimi isteklerimin olmamasıyla bildim.” sözünü şimdi anlıyorum. Bu isteğim olmadığında, nefsimin oyununu bildim, “Nefsini bilen de, Rabbini Bilir”der Resullulah S.a.v.Efendimiz. Bu sözden, benim dar idrakimle anlayabildiğim buydu. Ama, hakikati siz Hocam dan duymak isterim.
Bu düşünceler içindeyken bir Temel Fıkrası geldi aklıma. Bazen bir şiir, bazen bir şarkı, bazen de bir fıkra hakikat üzerinde değişik tefekkür pencereleri açabiliyor.
Temel, çok iyi bir avcı olarak biliniyormuş. Bir gün iki arkadaşını da alıp, ava gitmiş. Avı tamamen Temel yönetiyormuş, bir oyuğun başına gelmişler.Temel, “Pusuya yatın bu bir tilki yuvası” demiş, tilki çıkmış vurmuşlar, keyifleri yerinde… Sonra, bir mağaranın önüne gelmişler, “burası da ayı ini” demiş, Temel böbürlenerek, pusuya yatmışlar ayı çıkar çıkmaz vurmuşlar… Sonra , önlerine daha büyük bir mağara çıkmış, Temel kendinden emin “Burayı daha önce hiç görmedim ama biz yine de bu mağaranın önünde pusuya yatalım” demiş. Ertesi gün, gazete manşetlerinde atılan başlık “ Tünelin önünde pusuya yatan 3 avcı trenin altında kalarak, feci şekilde can verdi.” Bu fıkrada ki Temel nefse, yanındaki avcılarda o nefse uyan vücudun zavallı azalarına benziyor, dedim. Nefs, hayrın ve şerrin hakikatte nerede ve neyde olduğunu bilmeden “Ben bilirim” edalarıyla hareket etmek istiyor, sonu hüsran olsa bile…Hakkın emri dışına çıkarak, aslında kendi kendine zulmediyor. Uğradığı felakette ise, Hakkı suçluyor. Aslında bilse ki “Alemlerin Rabbi olan Allah asla zulmetmez.” Allah hep lütfeder, onun kahır gibi görünmesi nefsin kendi kötülüğündendir. Ruh temiz ama, sürekli beslenip hırsından azmış, kuvvetli nefse boyun eğdiremiyor ki… Bizler yiyip , içip yan gelip yatıp ancak nefsimizi besliyoruz. Nefs binek hayvanı, ruh ise onun üzerinde ki sürücü gibi aslında..Biz hep bineği besledik, ama üzerindeki sürücü olan ruhumuz hep aç kaldı.Bineğin gıdasını biraz kesip, sürücüsü olan ruhu, iyiliklerle, ibadetlerle ve Salih amellerle beslersek o güçlenip, nefs bineğini yola sokacaktır,inşallah. Işık gelince, karanlık kendiliğinden yok olacaktır. Her zaman ve her yerde iyiliği aramak, iyilik avcısı olmak gerek. Çünkü Mevlana der ki “İyilik arayan da kötülük kalmaz.”
Kıymetli Hocam, sizin de her zaman belirttiğiniz gibi mana yolu gerçekten, kıldan ince, kılıçtan keskin bir yol imiş. İnsan bir anda nefsinin oyuncağı haline geliyor da, bundan zerre kadar haberi olmuyor. Allahım!! cümlemizi bir an dahi olsa nefsimiz eline düşmekten muhafaza eyle ve kalplerimizi dinin üzere sabit kıl…Amin
Size, Çiğdem Hanıma ve tüm gönül dostlarıma en içten gelen sevgi, saygı ve selamlarımı sunuyor ve yarın ki konferansınızın nice hayırlara vesile olmasını diliyorum, Hocam. Dualarınızda unutulmamak dileğiyle…
Allah’a emanet olunuz…
Mukarreb