Çok sevdiğim Büyüğüm, Güzel Dostlar,
Müsaadenizle.
Efendim, birkaç gündür bir konu hakkında sürekli olarak düşünüyorum. Özellikle siteye son zamanlarda gelen yazıların etkisi oldu bunda. Düşündüğüm konu insan ilişkileri ve bunun taraflarca yorumlanması.
Çoğu zaman, aslında üzülecek bir şey olmayan durumlarda üzülüyoruz. Bu noktada kendi düşünce planımda “asıl üzüntü” ile “sahte üzüntü” ayrımı yaptım. Sahte üzüntü durumu nefsin oyunundan kaynaklanıyor kanaatine vardım. Kendi gözlemlediğim kadarıyla sahte üzüntüde insan hırçınlaşıyor, sağa sola karşı saldırgan bir tavır alıyor, dişlerini sıkıyor, yumruğunu sıkıyor, sözde üzen kişiyi eline geçirse boğmayı planlıyor, her olaya tenkitle yaklaşıyor, “Bu dünyada da adalet mi var” ağızları başlıyor vs. vs... Ama olay objektif olan üçüncü bir kişiye anlatıldığında üzülen kişinin neden üzüldüğüne bir türlü anlam verilemiyor. “Bunda üzülecek ne var ki?” demekten alamıyor insan kendini. Bu görüş, üzülene intikal ettirildiğinde de, “kimse beni anlamıyor” diye yeni bir oyun başlıyor...
Asıl üzüntüde ise evvela, kalpte fiziksel olarak da hissedilir bir titreşim oluyor, insan köşesine çekiliyor, başını eğiyor, çoğu zaman gizli veya açık gözyaşı döküyor. Çok ilginç bir zıtlık; bu derecesiz üzüntü, aynı anda derecesiz bir fırsat veriyor insana; kalpteki bu titreşim sanki başka bir kanal açıyor, sanki Rab’bi ile insan arasına bir yol kuruyor... Şimdi “gönül” ile alakalı olduğunu düşündüğüm sözleri nakletmek istiyorum müsaadenizle.
Gönlü kırıklarla Beraberim. (Allah c.c.)
Mazlumun bedduasından sakının, zira onunla Allah arasında perde yoktur. (Hz.Muhammed, s.a.v.)
Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil.(Hz.Yunus Emre)
Dert, Allah’ı gönülden çağırmanı sağladığı için bütün dünya malından daha değerlidir. (Hz.Mevlana)
Şimdi bakıyorum da Efendim, bu gönül meselesi düşündüğümüzden çok, çok daha fazla önem taşıyormuş...
Yukarıda bahsettiğim gibi iki ayrım yapmıştım üzüntü ile alakalı ve “gerçek üzüntü” de insanın tarifsiz bir şekilde müteessir olduğunu, ama bunun da tarifsiz bir nasibi beraberinde getirdiğini söylemiştim. Bu konuyla ilgili hep Yasin Suresindeki 76. ayeti düşünürüm, Cenab-ı Allah, gerçek manada mahzun edilen güzeller Güzeli Peygamberine her şeyin kontrolü altında olduğunu hatırlatırcasına Buyuruyor:
“Onların sözü Seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da Biliyoruz.”
Bu ayet, tersten bakıldığı zaman nasipsizlerin Efendimiz’i ne kadar üzdüklerini rahatlıkla gösteriyor. Ve arkasından bir teselli, teselli Eden, Hz.Hatice veya Hz.Ebubekir değil, alemlerin Sahibi, Rabbi Olan ALLAH... Hitap tabii ki ilk olarak Resulullah Efendimiz’e, ama ikinci olarak insanlığa.
Belki biraz uzattım ama, bütün bunlar bir sonuç çıkarmamı sağlıyor. Onu yazarak bitirmek istiyorum. Hiç bir insan, gerçek üzüntüde yalnız Bırakılmıyor! O kalp öyle bir şey ki, o mahzun edildiği zaman alemlerin Rabbi mahzun edilmiş oluyor; sevindirildiği zaman da sevindirilmiş oluyor. Artık kim mahzun olana “savunmasızdır” veya “yalnızdır” diyebilir ki?
Sözlerime son verirken, Efendimiz’in bir duasına yer vermek istiyorum: “Allah’ım, beni bir an, bir andan daha kısa bir zaman için bile nefsime bırakma.” Âmin.
Hürmetle Ellerinizden öperim.