Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sayın Çiğdem Seçkin Gürel Hanım'dan aldığımız sunum
Gönderen : Çiğdem Seçkin Gürel
Tarih : 6/11/2010 9:59:40 AM


 


Efendim,


 


Sayın Büyüğümüz ve sevgili gönül dostlarımız, bu güzel cuma sabahında çok iyi olmanız dileğiyle ve en güzel duygularla sizleri selamlamak istiyorum...


 


Efendim, bugün önce geçen gün yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum müsaadelerinizle:


 


Hafta içinde sabah işe gitmek için otobüse binmiştim. Önde karşılıklı yerleşmiş ikili koltuklardan birisinde oturan genç bir anne ile küçük oğlu vardı, yanları boştu, oraya oturdum. Tam karşıma gelen koltuk da boştu. Biraz sonra bir hanım daha bindi ve oraya oturdu. Yüzünde adeta kalın sis bulutları var gibiydi. Çok gergin ve kaşları çatılmış bir şekilde etrafı izliyordu. Bir süre  düşündüm, acaba bu onun her zamanki hali miydi yoksa o gün için mi böyleydi? Önyargılı olmak doğru olmaz diye kesin bir karar veremedim. Biraz sonra hatırıma, çıkarken çantama aldığım küçük çikolata paketi geldi ve annesinin kucağında oturan küçük çocuğa ikram etmeye karar verdim. Kutudaki kağıtlı çikolatalardan bir iki tane çıkarıp avucumda uzattığımda çok utandı, büzüldü, gülerek annesine baktı. Annesi çikolatalarını almasını söyleyince gülümseyerek aldı ve annesine dönerek “Anne”, dedi, “ben bu çikolataları yemeyeyim de arkadaşlarıma götüreyim.” Karşımda oturan asık yüzlü hanım da ben de çok duygulanmıştık. Annesi, “Yavrum, anaokulunda senin çok arkadaşın var. Sen bunları şimdi ye. Onlara başka birşey götürürüz.” deyince ikna oldu ve çikolataları yedi. Bu arada çocuk safiyetiyle söylediği sözler hepimizi gülümsetiyordu. Ben de onun bu asil davranışı üzerinde kutudan başka çikolatalar daha çıkardım ve “O zaman bunları da al, en iyi arkadaşların kimlerse onlara verirsin.” dedim. Aldı ve çantasına yerleştirdi. Bu arada biz de karşıdaki hanım ve anne ile biraz sohbet ettik. Anneye dikkat ettim, çok temiz, saf ve iyi kalpli bir hanımdı ve bütün iç güzelliği –ismini daha sonra söyleyen- küçük Tuna’ya aksetmişti. Bu arada karşıdaki hanıma da dikkat ettim, yüzündeki o siyah bulutlar dağılmış, yüzü pırıl pırıl oluvermişti. Bir hayat mücadelesi içinde olduğu anlaşılıyordu. Sorularımın aradığım cevaplarını bulmuştum. İnmeden önce küçük Tuna’nın daha iyi yetişebilmesi için annesine Sayın Büyüğümüzün sitesinden ve oradaki çocuk eğitimi ile ilgili yazı ve sohbetlerden bahsettim, küçük bir kağıda çantamdan çıkardığım kalemle not ettiğim site adresini verdim. Küçük Tuna çantamda kalem taşımama hayret edip sorunca annesi bu konuda konuşmamış olmamıza rağmen –herhalde kılık kıyafetimizden çıkarmış olacak- doğru bir tahminde bulundu ve “Yavrum, bu abla öğretmen, onun için yanında kalem taşıyor.” dedi. Sonra sitemize memnuniyetle bakacağını söyledi.


 


İşyerine geldiğimde çantamı açtım, küçük çikolata kutusunda bir çikolata kalmıştı. O da herhalde benim derken kapı çalındı, bir öğrencim içeri girdi, onu da kendisine ikram ettim. Sonra çikolata kutusuna baktım, içinde kocaman bir “Paylaşmanın Güzelliği” duruyordu üstelik yanında birçok hayat dersleri ile beraber... Eğer o çikolataları kendim yemiş olsaydım aldığım tad belki birkaç dakika sonra kaybolacaktı ama o gün yaşadığım güzellikler, çıkardığım dersler ve belki küçük Tuna’nın arkadaşlarının mutluluğu bütün gün yüzümde yansımaya devam etti, hala da ediyor...


 


Efendim, şimdi ise Sayın Büyüğümüzün Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetler üzerine sohbet notlarının ilk bölümü ile bir şiiri paylaşıyor, hakkınızda en hayırlı şeylerin en güzel şekilde tecelli etmesi niyazı ile sizleri bir kez daha selamlıyorum.


 


Hayırlı günler.


 


ÇOCUĞUN DÜNYASINDAN


Bana uzak diyarları anlat anne


Kimsesiz kalmış çocukları


Bizimle ısınabilirler mi kış geceleri


Üşüdüklerinde…


 


Bana barışı anlat anne


Balonlar olsun bombaların yerine


Öyle üzülüyorum ki savaşlarda hep


Çocuklar öldüğünde...


 


Bana melekleri anlat anne


Kanatlı iyilik meleklerini..


Ben de uçabilir miyim, sen bana


Meleğim dediğinde...


 


Bana yıldızları anlat anne


Neden hep uzaklardalar


Uzanabilir miyim ellerimle çok


Büyüdüğümde…


 


Bana Peygamberimi anlat anne


Sımsıcak, şefkatli yüreğini


Sanki başımı okşuyor eli


O’nu her düşündüğümde…


 


Bana Allah’ı anlat anne


Bizi ne kadar çok sevdiğini,


Beklesem dua edip sabaha kadar


Anlayabilir miyim sence?


 


 


10.6.2010


Çiğdem Seçkin Gürel


 


 


SAYIN BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN’LA  KUR’AN-I KERİM’DEN BAZI AYETLER ÜZERİNE SOHBETLER-I


 


İNŞİRAH SURESİ:


 


-Efendim, İnşirah Suresinin 7. Ayetini yorumlar mısınız, “Bir işi bitirince, başka bir iş için kalk” mealindeki. Burada iki iş arasında bir zaman bırakılmadan hemen yeni çalışmaya geçilmesine işaret ediliyor şeklinde anlıyoruz.


 


-Yavrum, bu Ayete üç farklı yorum getirebiliriz:


 


Birincisi Resulullah Efendimiz, “Allah’ım Beni bir an, bir andan da kısa bir zaman nefsime bırakma” buyuruyor. Bu Hadisle birlikte düşünmek gerekiyor. Şeytan, her an insanı şaşırtmak için bekliyor. O iş aralarında kalan zamanda da eğer insan boş kalırsa araya şeytan karışabiliyor.


 


İkinci olarak iki iş arasında kalan zaman çok kıymetli oluyor. Bu zaman dilimi iyi değerlendirilirse daha verimli sonuçlar alınıyor. Mesela ben bugün Türkiye’nin her konuda kendini yetiştirmiş nadir insanlarından birisiyim. Edebiyat, resim, müzik, felsefe... sanatın çeşitli kollarında o alanın kendini en iyi yetiştirmiş kişileriyle oturup rahatlıkla konuşup, tartışabilirim. Bütün bunları gençliğimden beri zamanı çok iyi değerlendirmeme borçluyum.


 


-Efendim, mesela şunu farkediyorum bazen, bazı işleri tamamlamak için ancak az bir süre varsa o iş o sürede yetiştirilebiliyor. Ama zaman bolsa aynı iş, o bol zamana yayılarak yapılıyor. İşler sıkışık değilse iki iş arasında dinleneyim derken zaman bir işe yaramadan boşa geçiyor. Eğer bu hususa dikkat eder, başka bir işe hemen başlayabilirse insan, umduğundan çok daha fazla işi tamamlayabiliyor kısa sürede.


 


-Öyle yavrum. Zaman içinde zaman, mekan içinde mekan olduğunu da unutmamak lazım. Birgün bir veli zatın sohbetinde idik. Bir gurup az bir zaman sonra bir vasıtaya yetişeceklerini söyleyip kalkmak için izin istediler. O zat, “Efendim, biraz daha oturun” diye rica etti. Onlar da sohbete devam ettiler. Bir hayli zaman sonra müsaade edildi, kalktılar. Binmeleri gereken vasıtaya da yetişmişlerdi.


 


-Mekan içinde mekanı nasıl açıklamak lazım?


 


-Yavrum bazı evler görüyorsun, onca insan yaşadığı halde içeride çok ferah bir hava oluyor. Sanki ev çok genişmiş gibi geliyor insana. Manevi olarak bu da mümkün.


 


Üçüncü olarak da insan sürekli aynı işle meşgul olduğunda bıkabilir, yorulabilir. O nedenle bir işten yorulduğunda boş kalarak dinlenmek yerine hemen bir başka işe geçilirse bu hem insanı daha çok dinlendirir hem de ortaya yeni sonuçlar çıkar. Mesela rahmetli annem ev işlerinden yorulduğu zaman kanapeye uzanır, eline bir kitap alır, okurdu. Einstein da mesela bilimsel çalışmalarından yorulunca pianosunun başına geçer, bir süre çaldıktan sonra dinlenmiş olarak yeniden çalışmalarına dönermiş.


 


KEHF SURESİ:


 


-Efendim, müsaadenizle Kehf Suresi’den bazı Ayetler üzerinde konuşabilir miyiz?


 


-Buyur yavrum.


 


(Hz. Musa AS ile Hızır AS’ın yolculuğu sırasında yaşanan ilginç olayların işlendiği Ayetleri ilgili sayfalardan okuyoruz... Musa AS kendisine bir açıklama yapılıncaya kadar hiçbir şey sormayacağına dair söz vermesine rağmen yaşadıkları çok ilginç olaylar ve Hızır AS’ın davranışları üzerine dayanamayarak sebeplerini sormak lüzumu duyuyor)


 


-Efendim, öncelikle şunu soralım: Burada Musa AS bir Peygamber. Hızır AS ise bazı rivayetlere göre bir Peygamber bazılarına göre ise değil. Bu durumda Musa AS’ın Hızır AS’ın yaptığı işlere akıl erdirememesi gibi bir durum sözkonusu olamaz. Peki neden bu Ayetlerden bu şekilde bir anlam çıkıyor?


 


-Yavrum, Musa AS bir Peygamberdi. Velîler bile birçok şeyi bilebiliyorken O istese Hızır AS’ı on kere okutabilirdi. Ama O’nun bu şekilde davranması insanların içindeki itiraz duygusuna bir işaret. Her insanda bu duygu bir parça oluyor. Nefsten ileri gelen bir durum.


 


-“Ben Sana bahsetmedikçe bana hiçbir şey hakkında sorma.” şeklinde söylüyor Hızır AS. Manevi konularda talebenin -hocasının gönlüne düşüp cevabı kendiliğinden verene kadar-beklemesi gerektiği sonucunu çıkarabilir miyiz bu Ayetten?


 


-Yavrum, mesela bir ilkokul talebesi olsa, matematiği çok sevdiği için hocasına bana yüksek matematik öğret dese bu ne kadar doğru olur? Mesela Avrupada ünlü terzilerin atölyelerinde işe ilk başlayanlara öyle hemen pantolan dik filan demezler. Ona önce uzun süre teğel yaptırırlar. Aksi halde ortaya güzel bir sonuç çıkabilir mi? Her şeyin bir zamanı var.


 


-Bu manevi konular için mi böyle sadece; bir talepte bulunmama konusu?


 


-Hayır, aslında bütün konular için bu geçerli.


 


-Efendim, Ayetlere göre Musa AS yanına bir hizmetlisini alarak yola çıkıyor. Bir ilim -ki bu muhtemelen İlm-i Ledün- öğrenmek, onu kendilerine öğretecek birini bulmak niyeti ile yola çıkıyorlar. Yanlarına da pişmiş balık alıyorlar. Niyetleri iki denizin birleştiği yere ulaşmak.. Bu ilmi öğretebilecek kimseye orada rastlayacakları ilham olunuyor ve yola koyuluyorlar. O yere gelince –ki aradıkları yere geldiklerinin önce farkında değiller- bir müddet uykuya dalıyorlar ve o arada balık her nasılsa canlanıp, denize kayarak kayboluyor. Sonra uyanıp yola devam ettiklerinde bir süre sonra acıkıyorlar. Musa AS arkadaşından çantalarındaki balığı çıkarmasını istiyor. Ancak arkadaşı konakladıkları yerde balığın canlandığını, kendini suya atarak kaybolmuş olduğunu söyleyince Musa AS “İşte,” diyor “aradığımız yer orasıydı.” Hemen o yere geri dönmek üzere yola koyuluyorlar ve orada Ledün ilmine vakıf olan  Hızır AS ile karşılaşıyorlar hakikaten de...


 


Efendim, bu noktada önce şunu soralım: Musa AS balığın canlanıp suya dalma hadisesini -ki olağanüstü bir olay- derhal bir işaret olarak kabul ediyor. Ve “iki denizin birleştiği yer” olduğu ifade edilen o yere geri dönüyor. Bunları da inşallah soralım ancak önce şunu sorayım: İnsanlar da yaşadıkları ilginç olaylar ve durumları bir işaret olarak kabul etmeli midir? Bunlar bizim için bir dönüm noktası olacak hadisleri mi gösterir?


 


-Öyle yavrum. Mesela sana bir örnek vereyim:


 


Genç bir lise talebesiydim. Ankara'ya oğlu bir üniversitede profesör olan Ermenekli Mehmet Ağa gelmişti. Çok tatlı sohbetleri olurdu. O gün onu dinlemeye gitmiştim. Sohbetten sonra bana “Yeğen,” dedi, “gel seni de giderken Ermenek’e götüreyim, orada gezer, dinlenirsin.” Ben de bunu anneme söyledim. Annem izin verdi, “Tabi oğlum, git.” dedi. “Hem babanın memleketi hem de orada bir kasaba hayatı bulacaksın. Senin için büyük bir tecrübe olur.” Mehmet Ağa ile yola çıktık. Beni amcamın evine bıraktı. Giderken yanımda bir valiz dolusu kitap götürmüştüm. Ermenek’te Süfas Camii vardı. Orada kaldığım günlerde serin avlusuna gider, orada bir ağacın altında oturur, kitap okurdum. Bir gün baktım uzaktan bir zât geliyor. Üzerine lacivert şalvarımsı bir pantolon, üzerine uzunca pardesüvâri aynı renkte ceket ve içinde bembeyaz kar gibi bir içlik... Sonra geldi, avluda abdest aldı sonra çok büyük bir edep ve vakarla camiye girdi. Çok dikkatimi çekmişti. Oradakilere sordum, “Bu zât kimdir?” dedim. “Bu camiinin imamı, Ömer Efendi Hoca.” dediler. İşte onu gördüğüm an, benim için çok önemli bir zamandı... Bu zâtla tanışmaya, onu yakından tanımaya karar verdim. Eee, bir cami hocası ile nasıl tanışılır? Tabii camiye gidip arkasında namaz kılarak. Benimse o güne kadar camiye gitmem ve namaz kılmam sözkonusu olmamıştı. Hemen gittim, -bugün oğlu bir partinin başkanı olan- Numan Kurtulmuş’un hazırlamış olduğu meşhur  namaza başlıyorum adlı kitabı satın aldım. O gece sabaha kadar bütün namaz dualarını ezberledim. Ertesi sabah da sabah namazını kılmak için erkenden camiye gittim. Meğer orada adetmiş, imam efendinin arkasında hep o çevrenin yaşlıları, büyükleri saf tutarmış. Ben de tabi hiç bilmeden saf saf gittim Ömer Efendi Hocanın arkasında safa durdum. Namaz kılındı. Sonra Ömer Efendi Hoca elinde tespihiyle yüzünü cemaate döndü. Derin bir bakışla bana baktı, gülümsedi...İşte onunla göz göze geldiğimiz o an muhteşem bir andı. İnsanlığın yıldızının parladığı anlar derler ya, işte öyle. O anın güzelliğini tarif edemem...


 


(Burada Sayın Büyüğümüzün dudakları bükülüyor, başını eğip bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor.... Biz de onunla birlikte duygulanıyoruz.... Sonra devam ediyor..  )


 


İşte yavrum, mesela o an benim için bir dönüm noktası idi. Ömer Efendi Hoca’ya daha sonra kafamda cevap bekleyen bütün sorularımı sordum. Onun cevapları hayatım boyunca bana rehber oldu, ışık tuttu. Sanki elimde her kapıyı açan bir anahtar vermişti.. Yıllarca onun bana verdiği cevapları düşündüm, hayatıma onlarla yön verdim, beni derinden etkilemişti...


 


-Efendim, Musa AS’ın balığın canlandığı yeri  bir işaret kabul etmesi ve amacına ulaşma yolunda başlangıç noktası sayması gibi siz de Ömer Efendi Hoca ile tanışmanızı birçok konuda milat olarak almışsınız.


 


-Evet yavrum. Tabi bunun için çok dikkatli ve her an uyanık olmak lazım.


 


Mesela Hz. Hatice Annemiz gelmiş geçmiş dünya kadınlarının en büyüğüdür. Peygamber Efendimizin muhteşem ahlakını o günkü şartlarda farkederek kendisinden on beş yaş küçük olmasına rağmen evlenme teklif ediyor. Peygamberlik geldiğinde de en ufak bir şüpheye düşmeden hürmetle elini öperek, O’na ilk inanan kimse, ilk inanan kadın olma şerefine eriyor. Başkası olsa “bırak bu sözleri... ne vahyi... çok yorulmuşsun, biraz dinlen” filan derdi. Ama o insanlık tarihine geçecek muhteşem bir tavır ortaya koydu. İşte bu da insanlık tarihinin yıldızının yükseldiği anlardan birisidir.


 


-Efendim, bazı kimseler diyorlar ki biz kendimizi olaylara bıraksak gerçekleşecek olan şeyler zamanı geldiğinde vukû bulur. Oysa bu kritik zamanların farkına varabilmek için insanın da çaba göstermesi gerekmez mi?


 


-Yavrum, mesela Newton'a kadar kimse elma niye yere düşüyor diye düşünmemişti. Ama o bir ağacın altında otururken yere düşen elma üzerinde tefekkür etti. Neden düştüğü üzerinde fikir yürütmeye çalıştı ve yerçekimi kanununu buldu. O da ötekiler gibi “canım tabi düşecek, ne var bunda” deseydi bu mümkün olur muydu? Biz hayat olayları karşısında her an tefekkür halinde olacağız.


 


-Mesela bazı kitapları okurken de bazı cümleler karşısına çıkar ve insanı derinden etkiler. Bu an da o kimse için yıldızının yükseldiği anlardandır.


 


-Efendim, böyle bir anın ortaya çıkış zamanı da insanı düşündürmelidir değil mi?


 


-Hiç şüphen olmasın.


 


(...devam edecek)


 


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]