Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sayın Çiğdem Seçkin Gürel Hanım'dan aldığımız sunum
Gönderen : Çiğdem Seçkin Gürel
Tarih : 6/25/2010 9:36:31 AM


 


Aziz Büyüğümüz ve Çok Değerli Dostlarımız,


 


Hepinizi, bütün zamanlarınızın huzur ve sükûnet, sağlık ve afiyet içinde bayram neşesiyle dolu geçmesi duasıyla ve selamların en güzeli ile selamlıyorum. Çok iyi olmanızı diliyorum.


 


Efendim, bugün yine müsadenizle Sayın Büyüğümüzle olan sohbet notlarına devam edelim. İnşallah hayırlara vesile olur.


 


Ve inşallah bu güzel Cuma günü de bütün insanlığa yepyeni hayırlar getirir.


 


 


Hayırlı günler efendim.


 


 


 


Çiğdem Seçkin Gürel


 


 


SAYIN BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN’LA BAZI KUR’AN AYETLERİ ÜZERİNE SOHBETLER-4


 


 


YUSUF SURESİ


 


(Bu Surede, Yusuf AS’ın henüz çocuk yaştayken on bir yıldızla, güneş ve ayın kendisine secde ettiğini gördüğü rüyayı babası Yakup AS’a anlatması, ardından kardeşlerinin kıskançlığı sonucu kuyuya atılması ile başlayan ve Mısır’a sultan olması ve tekrar ailesine kavuşması ile devam eden olaylar sayısız ibretlerle anlatılıyor.)


 


-Efendim, başka bir anneden olan Yusuf AS’ı ve kardeşi Bünyamin’i diğer kardeşleri kıskanıyorlar. Özellikle babalarının Yusuf AS’a olan teveccühünü çekemeyerek plan yapıp kuyuya atıp geldikleri zaman babalarına yalan söylüyorlar, onu kurt yedi diyorlar. Orada kullandıkları ifade çok ilginç: “Biz doğruyu söylesek de Sen bize inanmazsın.” Yakup AS’da aslında açıkca söylemese de onlara inanmıyor ve Allah’a sığınarak “Size nefsiniz yaptığınız işi güzel göstermiştir, Bana düşen hakkıyla sabretmektir.” diyor. Efendim, bir insan yalan söylediğinde bu kullandığı kelimelerden de anlaşılıyor değil mi? Burada farkında bile olmadan yalan söylediğini itiraf var: “Biz doğruyu söylesek de Sen yine de bize inanmazsın” derken. Zaten doğruyu söylemiyoruz ama söylesek bile inanmazsın anlamı çıkıyor.


 


İlgili Ayet (Diyanet Meali):


 


17. Ey babamız! dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yusuf'u eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.


 


-Doğru. Ancak birçok durumda bunun için söze de gerek kalmaz. Bir insanın gözlerinden de yalan söyleyip söylemediği anlaşılabilir.


 


-Mesela bir insanın bir şey sorulduğunda çok kısa bir süre durup, gözlerini şöyle bir çevirip sonra cevap vermeye başlamasının da onun yalan söylediğine bir işaret olacağını okumuştum.


 


-O süre hangi yalanı uydursam diye düşünmekle geçiyor çünkü. Doğru söyleyen insan hiç düşünmeden onu söyler zaten.


 


- Efendim, Surenin devamında Yakup AS, ileriki yıllarda diğer evlatlarını Mısır’a ticaret için gönderdiğinde hükümdarın huzuruna ayrı ayrı kapılardan girmelerini istiyor. Ayette mealen “Biz Ona bir ilim vermiştik.” Buyruluyor. Ne idi bu ilim ve Yakup AS böyle "Ayrı ayrı kapılardan girin" derken verilen bu ilme göre neyi murad ediyordu?


 


İlgili Ayetler (Diyanet Meali):


 


67. Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar.


 


68. Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Ya'kub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz O, ilim sahibiydi, çünkü Ona Biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler.


 


 


-Bunun iki nedeni var yavrum. Birincisi bütün kardeşler toplu olarak hükümdarın huzuruna çıkacak olurlarsa bu karşı taraftaki muhafızları ürkütebilir, bir tepki uyandırabilir, fazla dikkat çekebilirdi. İkincisi de yalnız olan kimse daha iyi düşünür. Yaptığı yanlışların üzerine düşünme imkanı bulur. Yakup AS oğullarının onlar kendisinden gizleseler de hatalı hareket ettiklerini biliyordu. Onların yanlız kalarak kendi davranışlarını değerlendirmelerini istiyordu.


 


Mesela bize bir toplulukta herkesin içinde darılan, kırılan kimseler o anda bunu içine girdikleri bir anlık nefsaniyet sonucunda yaparlar. Eğer o kişi orada yalnız olarak bulunuyor olsa, o dargınlık olmaz. Mesela şirret bir parti lideri dağ başında olsa, aynı şirret konuşmalarını orada da yapabilir mi, yapamaz. Onun gibi.


 


Mesela şu hususu biliyor musun bilmiyorum: Bütün Peygamberler çobanlık yapmıştır.


 


-Evet Efendim, daha önce yine sizden dinlemiştim. Neden peki?


 


-Çünkü o sırada insan kendi kendisiyle başbaşa kalıyor, tefekkür ediyor. Ruhen daha derinleşebiliyor. Bütün güzel fikirler yalnızlıkta şekillenir.


 


-Efendim, mesela Einstein’ın çalışma odasının pencereleri de siyah perdelerle kaplı imiş. Odanın içinde de teferruat olacak renk ve fazlalıkta eşya bulundurmaz, bütün orijinal fikirlerini bu odada üretirmiş.


 


-Çünkü öyle bir ortamda dikkat dağılmaz. Etraftaki her nesne, çiçekler, eşyalar, insanlar o düşünce derinliğine ulaşılmasına engel oluyor.


 


-İnsanlar neden kendilerinden kaçmak isterler?


 


-Çünkü insan yalnız kalıp tefekkür ettğinde içindeki bir ses “sen falan konularda yanlış hareket ediyorsun” diyor. “Plajda giydiğin mayo ile erkeklerin göz zinası yapmalarına sebep oluyorsun.” diyor, “yaptığın şu hareket çok zararlı” diyor. Ama o bunları duymak istemediği için yalnız kalıp tefekkür etmekten korkuyor. O nedenle de gayriihtiyari hep kalabalıkta, insanların arasında olmak istiyor. Kimileri diskoya gidiyor, kadınlar gününe, konkene gidiyor. Neden…? Kendinden kaçmak istediği için.


 


-Efendim, Yakup AS, öldüğü söylenilen oğlu Yusuf AS ve Mısır’da (güya) suç işlediği için hükümdarca alıkonduğu söylenen oğlu Bünyamin’den hiç haber almadığı halde hep onların yolunu gözlüyor ve sabrediyor. Kimseye şikayette bulunmuyor ve soranlara “Ben derdimi ve tasamı yalnız Allah’a açarım.” diyor. Bir süre sonra üzüntüden gözlerine ak düşüyor. Ancak etrafındakiler “Böyle giderse kendini helak edeceksin.”deseler de kendisine karışılmasını istemiyor ve “Ben, sizin bilmedikleriniz de bilirim.” şeklinde cevaplıyor onları. Burada Yakup AS’ın kendine yeminle söylenen sözlere ve getirilen kanlı gömleğe göre en azından Yusuf AS’dan ümidini kesmiş olması lazım ama O’nun hala “Belki Allah bana her ikisini birden iade eder” diye ümit içinde olmayı sürdürdüğünü anlıyoruz Surenin son kısımlarına doğru.


 


İlgili Ayetler (Diyanet Meali)


 


83. (Babaları) dedi ki: "Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."


 


84. Onlardan yüz çevirdi, "Ah Yusuf'um ah!" diye sızlandı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldi.


 


85. (Oğulları:) "Allah'a andolsun ki sen hâla Yusuf'u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helâk olacaksın!" dediler.


 


86. (Ya'kub:) Ben sadece gam ve kederimi Allah'a arzediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.


 


87. Ey oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.


 


 


Efendim, eldeki veriler böyle olduğu halde Yakup AS’ı hala bu kadar ümitvar yapan ne idi? Burada insanlara da bir ders mi verilmek isteniyor her durumda ümitvar olmakla ilgili?


 


(Sayın Büyüğümüz adeta bir rezonans hali yaşıyor. Gözlerini kapatıyor. Yüzünde çok tatlı bir ifade ile başını eğiyor ve tebessüm ederek öylece kalıyor. Bir süre sonra derin bir rüyadan uyanır gibi yavaş yavaş doğruluyor, başını kaldırıp gülümsüyor... )


 


-Yavrum, Yakup AS aslında her şeyi biliyordu. Yusuf AS’ın nerede ve ne durumda olduğunu da biliyordu, diğer oğlunun da. Onlara bir gün kavuşacağını da. Yavrum, Veliler bile bu tür durumları bilebiliyorken Yakup AS’ın bir Peygamber olarak bilmemesi mümkün mü?


 


-Efendim, peki, o zaman neden gözlerine üzüntüden ak düşmüştü, etrafındaki insanların “düşünmekten böyle giderse kendini helak edeceksin” diye endişe ettikleri bir durumdaydı?


 


-Yavrum, o nihayet bir baba idi. Oğullarının durumuna üzülüyordu. Yusuf AS’a kötülük eden oğullarının haline, yaptıkları o büyük hataya üzülüyordu, onların doğruyu görmelerini istiyordu.


 


Bütün bu yorumlar üzerine duygulanıyoruz:


 


-Efendim, bu ayetlere herhalde bunlar kadar güzel yorumlar olmaz.


 


-Yavrum, benim aslında bugün milyonlara hitabediyor olmam lazım. Ama insanlar benim için “İşte,” diyorlar “emekli bir Danıştay üyesi. Aklı fikri kitap okumakta olan bir adam.” O zaman bana da söylecek bir şey kalmıyor. Sükût edip, başımı önüme eğiyorum.


 


-Efendim, bakıyorsunuz ünlü bir yazarın üç beş güzel sözü her yerde, gazetelerde, takvimlerde karşınıza çıkıyor. Oysa sizin kitaplarınızın her cümlesi bir vecize niteliğinde. Kitaplarınızı okuyan bir kimsenin bunları düşünmesi gerekir. Ama artık insanlar hep uçtu, kaçtı peşinde, nedense şimdi hep bunlar moda. Hâl böyle olunca da gözlerinin önündeki gerçekleri ne yazık ki göremiyor, farkedemiyorlar. O durumda yapacak bir şey kalmıyor tabi.


 


-Yavrum, bir edebiyat profesörü arkadaşım anlatmıştı. Bir arkadaşıyla kitapçıya gidiyorlar. Arkadaşına benim kitaplarımı gösteriyor. “Çok beğeneceksin, sen de al, oku” deyince, “Ben o kitapları gördüm. Ya Şekerci Şükrü Amca’dan, ya Börekçi Hafız Ağa’dan, ya cami imamı Ömer Efendi Hoca’dan, ya odacı Hüsamettin Efendi’den bahsediyor. Bir üniversite profesörüne bile değinmemiş kitaplarında, okuyup da ne yapacağım.” demiş. Bana bunu arkadaşım gülerek anlattı.


 


-Efendim, bugün de yine sizin gibi insanlar yetişebilir mi, bir aile çok bilinçli davransa böyle bir çocuk yetiştirebilir mi?


 


-Çok zor yavrum. Böyle bozulmuş bir toplumda bu olursa ancak Allah’ın bir lütfu ile olur. Çünkü yavrum, benim yetişmem aynı zamanda bir ortam meselesiydi. Beni yetiştiren kaç tane velî kimse oldu. Onlar beni hâl diliyle yetiştirdiler. Babannem de, annem de velî hanımlardı. Benim çocukluğumda mahallenin çocuklarının eğitiminden kendini sorumlu tutan Bakkal Hacı Efendiler, Boyacı Osman Efendiler vardı. Yoksa ben Ömer Efendi Hoca'yı gördüğüm anda o kadar etkilebilir miydim, namaza başlama aşkını içimde duyabilir miydim? Ve sonrasında hizmet ettiğim kırk veli zat... İşte Paşa Dede Hazretleri’yle geçen günler, işte Sadeddin Evrin’le geçen günler, işte Bandırmalı Ali Efendi ile geçen günler, işte Şaziye Anne ile geçen günler, işte Hasan Burkay Hazretleri’yle geçen günler, işte Ahmet Kayhan Hazretleri’yle geçen günler, işte Azize Anne ile geçen günler…. Ve büyük bir aşkla bağlandığım Hocam Münir Derman Hazretleriyle geçen günler... Hepsi bana hâl diliyle ne güzel örnek oldular. Bende manevi güzellikleri hâl diliyle ne güzel işlediler...


 


-Efendim, siz Rana Hanım’ın da son devrin velî hanımlarından olduğunu anlatmıştınız bir konferansınızda. O da bu yönüyle sizin manevi hizmetlerinizi yerine getirmenizi kolaylaştırdı mı?


 


-Tabi yavrum. Rana bana bu konuda hep kolaylık sağladı. Nur içinde yatsın. Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati üzerine olsun.


 


- Efendim, bir de az önce çocuk yetiştirmekten konuşunca hatırıma geldi. Mesela Kur’an-ı Kerim’de muhtelif ayetlerde Peygamberlere çocukların “bahşedildiği” veya “lütfedildiği”, Allah dilerse insanlara kız ve/veya erkek çocuk “verebileceği”, isterse kısır bırakabileceği şeklinde anlatılıyor (Şûra Suresi, 49. Ayet). Yani bir çocuğun dünyaya gelmesi tamamen Allah’ın dilemesi ile olan bir şey.  Mesela bir Ayette çok yaşlanmış olduğu halde bir Peygambere (İbrahim AS'a) çocuk sahibi olacağı vahyediliyor (Zâriyat Suresi, 29. Ayet). Ancak hanımı bunun üzerine çok büyük bir hayrete düşerek “Ben,” diyor “kısır bir kocakarıyken nasıl çocuğum olabilir?” Ona “Bu Allah’a kolaydır” şeklinde ilahi cevap geliyor. Yani her şey Allah’ın takdir etmesine veya etmemesine bağlı. Kadın da erkek de  orada olayın bahanesi oluyor.


 


- Babasız çocuk da var ona bakarsak.


 


-Efendim, çok rastlıyoruz, bazı evli insanlar belki farkında olmadan  “Biz çocuk yapmak istiyoruz veya istemiyoruz” veya büyükler evlatlarına “bir çocuk yapın” şeklinde düşünmeden konuşuyorlar. Bu şekilde konuşmak şirke girer mi acaba, bu muhteşem olayı kendi bedeninden bilmek, sanki insan isterse bu yaratılış gerçekleşirmiş gibi konuşmak?


 


- Hem de tam anlamıyla girer.


 


-O zaman Allah nasibederse diye belirtmek lazım bu konuda da, her işte inşallah demek gerektiği gibi.


 


-Öyle yavrum.


 


-Efendim, aynı Surede Yusuf AS artık kardeşlerine Mısır hükümdarı olarak kendisini tanıttıktan ve onlarla hellalleştikten sonra gömleğini kör olan gözlerinin açılması için babasına götürmelerini istiyor. Gömleği getiren kafile yola çıkınca Yakup AS gömleğin kokusunu çok uzaklardan almaya başlıyor.


 


 


İlgili Ayetler (Diyanet Meali):


 


93. "Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin."


 


94. Kafile (Mısır'dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere): Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorum! dedi.


 


95. (Onlar da:) Vallahi sen hâla eski şaşkınlığındasın, dediler.


 


96. Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya'kub) görür oldu. Ben size: "Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" demedim mi! dedi.


 


Efendim, sizin de böyle bir koku alma hassanız var, bahsetmiştiniz daha önce. Her insanın bir kokusu var mıdır ve bu koku onun karakteri hakkında bilgi verir mi?


 


-Yavrum, bana bir kimsenin gömleğini getirseler ben ondaki kokudan o kimsenin  hangi günahları işlediğini bir bir söyleyebilirim. Her insanın bir kokusu vardır. Mesela Münir Bey birgün odasında çalışıyorken devrin en büyük velilerinden bir zat –ki daha önce tanışıklıkları yokken- kapıyı çalıp içeriye giriyor. Selam veriyor, “Yolda gidiyordum, bu civardan Efendimizin kokusu geliyordu. O kokuyu takip ederek size ulaştım.” diyor. Sonra sarılıp, kucaklaşıyorlar.


 


-Efendim, siz de sırılsıklam terleseniz bile hep güzel kokuyorsunuz...


 


Sayın Büyüğümüz gülümsüyor:


 


- Öyle söylüyorlar, diyor.


 


(... devam edecek)


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]