Aziz Büyüğümüz, Çok Değerli Dostlar,
Hepinize yeni bir haftaya başlıyor olmanın güzelliği ile Merhaba...
Zaman yine su gibi akıyor ve bizler bu su gibi akan zaman içinde nice tecellilerle karşılaşıyoruz. Yüce Rabbimiz, Kehf Suresi'nde Mağara Ashabı gençlerin o mânâ ve ibret dolu, hayret veren hikayelerini anlatıp “Yoksa Sen, mağara Ashabını şaşılacak Ayetlerimizden mi zannettin? (1)” Buyururken sade bu Ayetlerde değil her an muhteşem tecellilerle karşılaşmakta olduğumuz halde ve onlar gözlerimizin önünde apaçık zuhur ettikleri halde onları göremeden, yanlarından geçtiğimize işaret ederek “Onlar Ayetlerimizin yanından başlarını çevirerek geçip giderler. (2)” mealinde Buyuruyor.
İnşallah Yüce Rabbimiz gönül gözündeki perdeleri kaldırabilenlerden olabilmeyi hepimize nasibeder...
(1) Kehf Suresi 7. Ayet: (Diyanet İşleri Meali)
Yoksa Sen Mağara ve Kitap ehlini şaşılacak Ayetlerimizden mi zannettin?
(2) Yusuf Suresi 105. Ayet: (Ali Fikri Yavuz Meali )
“Göklerde ve yerde (Allah’ın birliğine, kudret ve azametine delâlet eden) ne kadar alâmet var ki, insanlar, yanlarından geçerler de, bunlardan ibret almayıp yüz çevirirler.”
Efendim, bu hafta sonu ise İstanbul ve Balıkesir’den gelen hepsi birbirinden değerli dostların da katılımıyla Sayın Büyüğümüzle güzel bir dostluk ve sohbet ortamı yaşandı. Çok güzel konular işlendi, anlam yüklü şiirler okundu. Biz de bugün bu şiirlerden iki farklı karakteri yansıtan ilk ikisini sizlerle paylaşalım istedik. Ayrıca Sayın Büyüğümüzün okuduğunuz zaman bize hak vereceğinizi umduğumuz muhteşem güzellikte bir yazısını da sizlerle paylaşmak kısmet oluyor bugün...
İşte Sayın Büyüğümüzün sohbette ilk olarak okuduğu ve çok sevdiği bir şiir:
SABRET
Sen petekte bir gömeç bal gibisin!
Renksin yazdan kıştan, tazeliksin bahardan.
Yapraklarda dolaşan serin bir rüzgarsın ki
Her gün eser durursun hafızamdan.
Ellerin var, beyaz güller gibi küçücük,
Mutlak, kalbin tomurcuklardan pembe!
Sanki yeşil yaylalardır gözlerin
Alnımda ter ve kuvvetsin işimde.
Ben kanadı kırık bir kuş değilim
Döner birgün gurbet ellerde kalan
Sabret neş’em, sabret şarkım, sabret sevdiğim,
Sabret, kalbi tomurcuklardan pembe olan.
Cahit Külebi
Ve Sayın Büyüğümüzün isteği üzerine daha sonra çok değerli gönül dostumuz Füsun Hanım tarafından okunan şiir:
SEVGİLERDE
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı
Behçet Necatigil
Hayır, rahmet, bereket ve esenlik dolu günler dileğiyle efendim. Allah’a emanet olunuz.
Çiğdem Seçkin Gürel
Sessizlik Kültürü (2)
Kur’an-ı Kerim’de, Cenab-ı Hakk’ın, Hazreti Musa’yı Firavun’u Hakka çağırmakla görevlendirdiğini okuyoruz: “Ya Musa Firavun’la konuşurken, yumuşak ve tatlı söyle.” Buyruluyor. “Allah yavaş sesle konuşanları sever. Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla çıkarmayınız. Bağırmayınız. Yüksek sesle konuşmayınız. Seslerin en çirkini eşek anırmasıdır.”
Yunus bir haber verir, işidenler şâdolur. Şâd olmuyorsak, huzuru, mutluluğu içimizde bulamıyorsak kabahat bizdedir: Ya aramıyoruz, ya aramasını bilmiyoruz. Yunus insanları şâd eden haberi, nice arayışlardan, gayretlerden, fedakarlıklardan sonra bulmuştur. Bu bir aşk işidir. Çile işidir. Hepimizin bildiği bir ilâhide bu ne güzel anlatılır: “Güzel aşk cevrimizi çekemezsin demedim mi? Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi?”
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola oğlu aşı
Yağ ile bal ile bir söz…”
Yeryüzündeki bütün büyük ve güzel işler, sessizlik içinde şekil alırlar. Güzellik ve yücelik duygusu ancak sessizlikle algılanır. Sessizliğin sesini dinleyenler, mesut ve bahtiyar insanlardır. Kenan Rifâi, “Sükut olsun sana tevhid.” diyor. Şunu unutmayalım: Söylenen söz vücut bulur. Söz gümüşse sükut altındır. Sabahın selamını alanlar sağlıklı ve huzurlu insanlardır. Dem bu demdir, dem bu dem diye bir ilahi okurdu büyüklerimiz. Ne güzel bir söz. Şu içinde bulunduğun anı yaşayabiliyor musun, mesele burada. Hayat, yaşamak, varoluş bu an içinde. Dün bir rüya idi, yarın ancak bir hayal. Bir saatin 59 dakikasını geçmişi anmakla geçiren insan yaşamasını bilmiyor demektir. Geleceği öğrenmek için sarfettiğimiz her dakika kaybolmuş bir zamandır. Yaşadığı anın bilincinde olmak, onu en güzel şekilde değerlendirebilmek, önemli olan budur. Hayatımızın her dakikası eşsiz bir mucizedir. Hiçbir zaman yenilenemeyen eşsiz bir mucize… Güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünyada yaşıyoruz. Renk dolu, ışık dolu, şiir dolu… Ama bütün bu güzellikler görene… görebilene… Köre ne?
Ne olur, ruh ve akıl sağlığından uzak, insanların heyecanlarıyla, saçmalıkları ile hayatımızı berbat etmeyelim. Yaşayalım. Severek, inanarak, aşkla, heyecanla, edeple, tevazu ile, sabır, şükür ve kanaatle yaşayalım. Varoluşun çılgın güzelliğini duyalım. “Sevmek devam eden en güzel huyum.” diyelim. “Sevdiğimi demez isem sevgi derdi boğar beni.” diyelim. “Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” diyelim. Küskünlüklerle, dargınlıklarla, kırgınlıklarla hayatımızı berbat etmeyelim. Şunu unutmayalım: Kırgınlıklar bizim için önemini kaybedinceye kadar kırılmaya hazır olalım. Kendi kendimiz olalım.
Asıl güzellik dışta değil içtedir. Dışarıda her şey önemini kaybettikten sonra varoldun. Sev... Deli gibi sev. Bütün kainatı kucakla. Yerdeki kum tanesinden, gökyüzündeki samanyoluna kadar bütün varlığı bağrına bas. “Alabilir miyim?” deme. Özdemir Asaf, “Dünya Kaçtı Gözüme” diyordu. Her gün en az kendinle yarım saat kal. Bunu yapamazsan, sağlığını ve ruh huzurunu kaybedersin. Vaktim yok diye kendini kandırma. Aldanışların en çirkini insanın kendi kendini kandırmasıdır. TV önünde, başkalarının günahlarını yazan gazete önünde, dedikodu ile geçen zamanların önünde geçen saatlerini bir hesaplasan. Ne verdiler sana şimdiye kadar? Bir düşün... Onlara vakit var, ama kendi kendimizle baş başa kalmaya, bir güzelliği yaşamaya, pişmanlık duymaya, özür dilemeye, yaptığımız bir yanlışlığı düzeltmeye, bir dertlinin göz yaşını paylaşmaya, bir hastayı ziyarete vakit yok öyle mi…
SABRİ TANDOĞAN