Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sayın Çiğdem Seçkin Gürel Hanım'dan aldığımız sunum.
Gönderen : Çiğdem Seçkin Gürel
Tarih : 8/30/2010 4:11:03 PM


 


Efendim,


Hepinize hayır dolu geçen Ramazan günleri dileği ile Merhaba.


 


Çok değerli dostlar, bugün yine sizlerle Sayın Büyüğümüz ve çok değerli gönül dostları ile bir Ramazan sohbetimize yer vermek istedik.


 


Hayırlara vesile olması dileği ve nice Ramazanlara en büyük hayırlarla hep birlikte erişmek niyazı ile.


 


 


 


Çiğdem Seçkin Gürel


 


 


SAYIN BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN’LA BİR RAMAZAN SOHBETİ-3


 


Bu akşam Sayın Büyüğümüz ve Dr. Nermin Hanım ile çok değerli gönül dostlarımız Dr. Ayla Hanım, yetmişli yaşlardaki muhterem annesi ile ablası, değerli gönül dostu Tülay Hanım ve iki kızı ile  değerli ağabeyimiz Vahap Bey’le iftar yemeğinde birlikteyiz. Yemek sonrası çaylarımızı yudumluyor, bir önceki sohbetimizin devamı niteliğinde konuşmalarımızı  sürdürüyoruz:


 


 


Çiğdem Hanım:


 


-Efendim, geçen sohbette sormayı unutmuşuz. Hz. Hatice Annemizin yaşça büyük olmaktan başka bir de dul olmasındaki hikmet neydi acaba?


 


-Tecrübe yavrum! Hayat tecrübesi... Peygamber Efendimiz onun üçüncü eşiydi.


 


Çiğdem Hanım:


 


-Hz. Hatice Annemiz daha mı tecrübeliydi evlendikleri zaman?


-Evet başlangıçta öyle idi. Ancak Peygamber Efendimiz kırk yaşına geldiğinde artık nübüvvet gelecek bir dereceye yükselmişti. Hz. Hatice Annemiz tecrübe ve olgunluğu ile bu süreçte çok büyük rol üstlendi.


Ben, Hz. Hatice olmadan bugün İslamiyet de olmazdı desem hacı, hoca takımı bana tavır koyarlar, beni itham ederler. Ama gerçek böyle yavrum. Onun İslama hizmeti çok büyük olmuştur.


 


Vahap Bey:


 


-Efendim, Resulullah Efendimiz sahabelerinin dul hanımlarla evlenmelerini pek teşvik etmedikleri halde kendisi niçin böyle bir evliliğe uzak bakmadı acaba? Ben de bunu merak etmiştim.


 


-Çünkü yavrum, zamanın en olgun, en kamil, en anlayışlı hanımı idi Hz. Hatice Annemiz. O günlerin en az on genç kızını cebinden çıkarırdı. Kadınlık tarihinin bir yıldızı idi. Kervanları vardı biliyorsunuz, ticaretle bizzat uğraşır, onları sevk ve idare ederdi. Peygamber Efendimiz de o kervanlarda çalışmıştı.


 


Onun ayrıca büyük bir mal varlığı olması Peygamber Efendimizin olgunlaşma sürecini kolaylaştırdı. Aksi halde ev geçindirme telaşı içinde olacaktı Efendimiz. Biz Müslümanlar olarak İslamiyetin bugünlere gelebilmesini Hz. Hatice Annemize de borçluyuz.


 


Ayla Hanım:


 


-Demek ki ilahi planda her şey düşünülmüş.


 


Tülay Hanım:


 


-Efendim, Hz. Hatice Annemizden bize hiç bahsedilmedi nerdeyse. Ailesi hakkında da çok az bilgi var, onu böyle kim yetiştirdi acaba? Varaka adlı bilgin kimsenin de onun yetişmesinde etkisi olmuş mudur?


 


-Muhakkak yavrum. Ama bu konularda fazla bilgi yok.


 


Vahiy geldiği zaman Peygamberimiz heyecanla eve geldi, titriyordu. “Beni örtün”, Buyurdu. Hz. Hatice Annemiz de Onu yatırdı, şefkatle üzerini örttü. Sonra heyecanı hafifleyince Ona olan bitenleri anlattırdı. Hz. Hatice Annemiz onu çok olağan karşıladı. Sen, dedi, yetimleri gözetirsin, darda kalanların yardımına koşarsın. Çok büyük bir edep ve ahlak üzeresin. Söylediklerin doğrudur. Ve bu şekilde Peygamber Efendimizin üzerindeki o yoğun manevi havayı hafifletti. Sonra kalktı hürmetle elini öptü. Ben de dedi Sana tabi olan ilk müslüman olmakla şereflenmek istiyorum. Eğer o bugünküler gibi çağdaş bir hanım olsaydı biz böyle vahiy laflarını çok duyduk. Sen git biraz dinlen, kendine gel derdi. Ama O gitti Peygamberin elini öptü.


 


Çiğdem Hanım:


 


-Konuş benimle ya Hatice...derlermiş vahyin ağırlığı galebe ettikçe.


 


-Evet, çünkü mana aleminden maddi aleme geçiş yapabilmesi için o sohbete ihtiyaç duyuyordu Peygamberimiz.


 


Çiğdem Hanım:


 


-Servetlerinin anahtarlarını evlendikleri gün Peygamber Efendimize getirip artık bunlar sende kalsın diyor Peygamber Efendimiz talep etmediği halde. Ben bunu Rana Annenin de size kendi kazandığı parayı getirerek evde para işlerini sizin organize etmenizi istemesine benzetiyorum ki siz aslında kendi maaşınızı ona verip bu işi onun yapmasını teklif etmişsiniz.


 


-Öyle yavrum.


 


Vahap Bey:


 


-Aradığını bilmeyen, bulduğunu anlayamaz, değil mi Efendim? Peygamber Efendimiz de aslında Hz. Hatice Annemizi arıyordu. Ve kendisine evlenme teklif ettiğinde hiç tereddüt etmeden bu yüzden kabul etti.


 


-Yavrum, ben de Rana Hanıma’a rastladığım zaman böyle düşündüm. Bir an tereddüt etmedim. Çevrenin değer yargılarını hiçe saydım. Ne güzel söylemiş Sartre: “Başkaları cehennemdir” diye. Bu gerçekten doğru bir söz. Bugün birçok kimse başkaları ne der diye hayatı kendisine zehir ediyor.


 


Çiğdem Hanım:


 


-Efendim, peki o halde bugünkü toplumda toplumun değer yargılarının bir kısmı yanlıştır diyebilir miyiz?


 


-Tabi. Hatta bu değer yargılarının yüzde doksan sekizi yanlıştır yavrum.


 


Vahap Bey:


 


-Efendim, edeben sormaya cesaret edemiyorum bir süredir, isterseniz cevaplamayabilirsiniz ama Münir Derman Hz.’nde bulduğunuz şey neydi diğer manevi büyüklere göre?


 


- Yavrum, Münir Bey hem maddi hem de manevi ilimlerde kendini yetiştirmiş bir kimseydi. Ben istiyordum ki öyle bir insanla tanışayım ki hem madde hem manayı birbirinden ayırmadan en zirve haliyle yaşıyor olsun. Kısacası aradığım tevhiddi. Tevhidi ama manasıyla yaşayan bir kimse idi Münir Bey.


 


Vahap Bey:


 


-Tanıdığınız diğer Hak dostları?


 


-Onlarda daha ziyade mana yönü ağır basıyordu. Hepsi de daha ziyade gönül insanları idi.


 


İslamiyette madde ile mananın birbirinden ayrılması 18.yy’a dayanıyor. İbrahim Hakkı Hz. 18. yy’da kaleme aldığı Marifetname adlı eserinde “İslam toplumunun gidişi beni düşündürüyor. Medreselerde ilim tahsili sadece manevi ilimlere yönelik oldu. Cebir, astronomi, kimya, felsefe artık okutulmuyor. Bu çok tehlikeli bir hal.” Diyordu ve Marifetname adlı eserini bunun üzerine kaleme almaya karar vermişti. Sadece manevi ilimlerle bu iş bitmiyor. İşte bugün İslam dünyasının hali ortada. Adam patriot füzesiyle saldırıyor, Filistinli taşla karşılık veriyor.


 


Ayla Hanım:


 


-Efendim, İranın silanlanma faaliyetlerini haklı bulmak lazım değil mi?


 


-Yavrum şu anda bir tek yürekli Müslüman var o da Ahmedi Necat. Adam meydan okuyor dünyaya. Tabi ki kendini savunmak için silahlanacak.


 


Sayın Büyüğümüz Münir Bey’le ilgili sohbetimize geri dönerek:


 


Tevhidi yaşamak çok önemli yavrum. Ben Münir Bey’de onu buldum. İstiyordum ki hem manevi hem de maddi ilimlere tam anlamıyla vakıf bir insanla karşılaşayım. İşte bunu Münir Bey de buldum tam manasıyla. Münir Bey her konuda kendini yetiştirmişti. Yedi dil bilir ve hepsini de çok güzel konuşurdu. Altı fakültede okumuştu. Yurtdışındaki üniversitelerde dersler vermişti. Karatede kara kuşak sahibi idi. Bir gün bindiği bir otobüste bir anlaşmazlık çıkıyor. Münir Bey yanındaki adama çok bozuluyor. Adam “Ben karateciyim, cesaretin varsa gel, dışarda hesaplaşalım.” diyor. İniyorlar. Münir Bey adamı bir hamlede yere seriyor. Adam şaşışıp kalıyor, “Benim hocam” diyor “bana bu numaraları öğretmemişti.” Münir Bey de “Yavrum, senin hocan çok mübarek bir adammış. Senin ne mal olduğunu anlamış. Onun için öğretmemiş.” diye cevap veriyor.


 


Birgün de Yunus hakkında konuşmak için resmi bir toplantıya katılıyor. İlgili bakan da orada. Münir Bey konuşma yapıyor. Tabi Yunusun büyüklüğünü anlatan bir konuşma. Sonra kürsüden iniyor, koltuğuna geçiyor. Bu defa kürsüye bakan bey geliyor, Münir Beyi kastederek “Hayatta en kötü şey dini siyasete alet etmektir.” diyor. Konuşması bitince Münir Bey, kendisine hiç de haketmediği bir laf geldiği için söz istiyor ve salondakilere şöyle sesleniyor: “Bakan bey çok doğru söylüyor. Ancak hayatta dini siyasete alet etmekten çok daha kötü bir şey vardır: O da dinsizliği siyasete alet etmektir!. ..” Bakan bey çok bozuluyor, yerinden fırlayıp toplantıyı terkediyor.


 


Çiğdem Hanım:


 


-Efendim, referanduma kadar rakı sofralarında görünmeyin demiş bir siyasi parti lideri. Siz bunları anlatınca aklıma geldi.


 


-Yavrum, Türk Milleti bunu yutmaz. Bunu söyleyen bir kimse hiçbir zaman halkın gözünde belli bir yere gelemez. Türk insanı bunu çok iyi takdir edecek durumda. Bugünkü siyasetçilerin bana göre hiçbiri tarihe malolamayacak. Çünkü Türk Milletinin ruhunu tam olarak anlayamıyorlar, ona tam olarak yaklaşamıyorlar. Bunu kısmen yapabilen var ama onlar da çok yetersiz.


 


Birgün Münir Bey’e bir toplantıda Türk Müziği ile Batı müziğini kıyaslar mısınız diye sordular. O gece sabaha kadar anlattı Münir Bey. Sabah olduğunda hala anlatıyordu.


 


Ben de mesela bilgimle, kültürümle yaşantımla etrafıma meydan okudum. Kimse benimle bir tartışma içine girmeye cesaret edemedi. Her konuda kendimi büyük bir aşkla yetiştirdim. Gece gündüz uyumadan, aşkla şevkle okudum, araştırdım, inceledim. Daha üç yaşındayken bile annemle gittiğim ev gezilerinde komşu hanımları incelerdim. Evi nasıldır, eşiyle geçimi nasıldır diye anlamaya çalışırdım.


 


O sırada restoranın içinden çok havalı :-) bir hanım yüksek sesle telefon konuşması yaparak ve çevreyi çok rahatsız edici ayak sesleri ile yürüyerek geçiyor.


 


Çiğdem Hanım:


 


-Efendim, bize epeydir şiir okumuyorsunuz, mümkünse lütfeder misiniz bu akşam?


 


Sayın Büyüğümüz bizi kırmıyor:


 


 “Yağmurlu Bir Günde


 


O kadar istedi ki bir şeyi bugün içim


Dedim, kendi kendime “bari, çocuk olaydım”


Bana bir camdan yine seyrettirseydi dadım


Yağmurun yağdığını bahçede sicim sicim


 


Üşümezdi bu yağmur gününde böyle içim


Kulağıma öpüşle fısıldansaydı adım


Dönebilseydim ah, geriye adım adım


Benim işte kalmamış önümde bir sevincim


 


Dünler, evvelki günler, geçen aylar ve yıllar


Götürseydiler beni doğduğum eve kadar


O evin taşlığında


Sevinçten ağlasaydım


 


Son günümde olaydım, ufak o kadar ufak


Ki yavaşça en tatlı bir masala dalarak


Ve bir anne dizinde


Büsbütün uyusaydım...”


 


(Ziya Osman Saba)


 


 


O benim ufkumu her gün kuşatan


Bulutlar parçalandı rüzgarında


Karanlık hisleri kalbimden atan


Işıklar sönmesin bakışlarında


 


İşte gerçek düşlerin en güzeli


Çözüldü bilmece, bitti meçhul


Bırak avucumda hep o beyaz eli


Bana hep böyle gül ve böyle sokul


 


Ne olur, hiç bu hali terketme


Böyle saf, böyle temiz, böyle çocuk


Bir bahar neşesi kat günlerime


Bitmesin, bitmesin bu sarhoşluk


 


(Mehmet Çınarlı)


 


Çiğdem Hanım:


 


-Efendim, izninizle başka bir konuya geçececğim. Tekvir Suresi sonuncu Ayette: “Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz.” Buyruluyor.  Bu Ayeti açıklabilir misiniz?


 


Vahap Bey,


 


-Ayetin anlamını tam anlamak lazım. Doğru, yanlış her fiilimizi Allah’tan gibi düşünmeyelim.


 


Tekrar ediyoruz mealen:


 


Sayın Büyüğümüz:


 


-Yavrum, izah edeceğim:


 


Çocuktum, komşumuz geldi, elini öptüm, beş kuruş verdi. Ben şimdiki çocuklar gibi dersim var demezdim. Misafirle oturur ondan birşeyler öğrenmeye bakardım.


 


O gün de aldığım o parayla ne alayım, ne alayım diye düşünmeye başladım. Kitapçıya gittim, rafların önünde geziyorum. Etraftakiler de şaşkınlıkla bana bakıyorlar, beş yaşında bir çocuk rafların önünde kitapları inceliyor. Bir kitap dikkatimi çekti: Yunus Emre Divanı. Fiatı da beş kuruş. Hiç tereddüt etmeden kitabı aldım. Yalnız dikkat edin o güne kadar Yunus Emre adını ne görmüş ne de duymuştum. İşte bu önce Allah’ın dilemesiyle olmuş bir şeydi. İlahi bir hikmetti.


 


Rana Hanımla karşılaşmam da böyle bir şeydi. Önce Allah bunu dilemişti.


 


Çiğdem Hanım:


 


-Efendim, bir Ayet daha var " Sana güzellikten her ne ererse bil ki Allah’tandır, kötülükten de başına her ne gelirse anla ki sendendir, biz seni insanlara bir Resul olarak gönderdik, şahid olarak ise Allah yeter" (Nisa Suresi, 79. Ayet-Elmalılı Tefsiri). mealinde. O zaman şöyle söyleyebilir miyiz, insanın karşına Allah’ın dilemesiyle bir durum çıkıyor. Eğer kişi bu dileyişe göre hareket ederse o vuku buluyor, ama nefsine güzel görünen bir başka durumu seçerse o zaman bunun sonucunda başına gelenler kendi elleriyle yaptıklarından veya kendi tercihini öne aldığından oluyor.


 


-Evet yavrum. Mesela içimdeki ses Rana ile evleneceğimi söylediği halde toplumun değer yargıları şöyledir, böyledir diye kendi nefsaniyetime göre hareket etseydim, ben çakı gibi bir delikanlıyım neme gerek deseydim bir daha böyle bir insan karşıma çıkmazdı, o zaman Allah karşıma deminki geçen çağdaş hanım gibi hayatı zehir edecek birisini çıkarırdı.


 


Çiğdem Hanım:


 


-Efendim, bu hep böyle mi olur? Yani farklı bir tercihte insan tersi durumlarla mı karşılaştırılır.


 


-Öyle yavrum.


 


Vahap Bey:


 


-O zaman bu her iki ayetin ortak anlamı da ortaya çıkmış oluyor.


 


Sohbetimiz araya giren bazı konuşmalarla sürüyor.


....


Sayın Büyüğümüz:


 


-İşte yavrum ben demin Çiğdem’in sorusunu ki çok önemli bir soru idi, kendimden iki örnekle  cevap verdim. Ben hayatın içinden olmayan örnekler vermeyi, yaşanmamış durumları konuşmayı ve anlatmayı sevmiyorum. Bunların kimseye hiçbir faydası yok. Bugün öyle alim geçinen kimseler var ki anlattıkları şeyi kendileri de bilmiyor gerçek manasıyla. Yaşanmayan bilgi bir şey ifade etmiyor. İmam Gazali Hazretleri onca kitap yazmış ama tam manasıyla bir işkembecide bulaşık yıkayarak öğreniyor hayatı. Ki işkembe bulaşığı çok yağlı olur biliyorsunuz. Üç yıl orada hizmet ettikten sonra gönlü huzur içinde ayrılıyor.


Bana birgün birisi sordu, Sabri Bey dedi, hayatta en çok neyi istedin Allah’tan?


Ben de hiçbir şeyi dedim. Ben acaba şu üzerimdeki giysiye layık mıyım, oturduğum eve layık mıyım?


 


Çiğdem Hanım:


 


-Efendim, o halde bir insan için asıl önemli olan şey hayatın karşısına çıkardıklarının değerini bilmektir diyebilir miyiz? Aslında bizim için önemli ve gerekli olan her şey zamanı geldiğinde karşımıza çıkarılıyor. Mesela yeni doğmuş bir bebeği olan annenin süt yoğunluğunun çocuğun ihtiyaçlarına göre zamanla değişiklik göstermesi gibi?


 


-Öyle yavrum.


 


Bu sırada hemen arka masada oturan bir çift dikkatimizi çekiyor. Çok sert, asık yüzlü ve firavun gibi bir baba. İki küçük erkek çocuk ve eşi üzerinde sürekli baskı kurmaya çalışıyor.


 


Sayın Büyüğümüz:


 


-Bir kadın böyle bir adamla evli kalmaktansa sokakta ayakkabı boyamayı göze alarak ondan ayrılmalı. Böyle bir adamın iki düşüncesi olur; biri para biri kadın.


 


Çiğdem Hanım:


 


-Neden kadın tahammül ediyor ve sorun etmiyor acaba?


 


-Yavrum, muhakkak zengin bir adamdır, kadının da işine geliyordur.


 


Durumu Ayla Hanımın annesi yetmişli yaşlardaki hanımefendiye de soruyoruz ne der diye


 


- Sabri Bey doğru söylüyor. Eğer bunu yapabilecek bir durumu varsa ayrılmalı tabi, diyor.


 


Vakit epeyce ilerliyor. Bu noktadan sonra sohbetimizi yavaş yavaş tamamlıyoruz Sayın Büyüğümüze ve misafiri olduğumuz çok değerli dostlarımıza teşekkürler ederek.


 


 


23.8.2010, Pazartesi


Göksu Restoran,


Ankara


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]