Aziz Büyüğüm, Sevgili Dostlar,
Hepinize güzel bir bayram günüyle cuma günü birlikteliğinin en büyük hayırlarının erişmesini diliyor ve sizleri selamların en değerli olanıyla selamlıyorum.
Bugün Sayın Büyüğümüzle yapılmış bir önceki Ramazan sohbetimizin devamını sunuyoruz. İnşallah hayırlara vesile olur.
Hepinize hayırlı günler, gönül dolusu saygı, sevgi ve selamlar.
Çiğdem Seçkin Gürel
SAYIN BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN’LA RAMAZAN SOHBETLERİ-5
Bu ramazan akşamı, Sayın Büyüğümüzle bütün ihtişamıyla Ankara’nın gece manzarasını izliyoruz. Çok uzaklardaki şehir ışıkları Ramazan başından beri her zamankinden parlak görünüyor ve aynı tempoda yanıp sönüyor izlenimi veriyor. Site içinde yer alan yeşil, mavi ve kırmızı ışıklarla aydınlatılmış büyük havuzun içinde ise sular oynak hareketlerle renkten renge girerek bu zikir tablosunu tamamlıyor.
-Efendim, Ramazanda etrafın önceki günlerden çok daha arı duru görünmesi, her yerin yıkanmış gibi durması, rahmet yağdığına mı işaret?
-Hakikaten de etrafta belirgin bir parlaklık var. Muhteşem bir görüntü var. Bu da tabi bir rahmetin sonucu.
Bir süre havuzdaki suya yansıyan renkleri ve suyun üzerinde oynaşan hareketliliği izleyerek:
-Efendim, bir İstanbul ziyaretimizde Adalardan vapurla dönerken denizin üzerinde hat yazısını andıran ve kendini tekrar eden kıvrımlar oluşuyordu. Şimdi bu akşam da havuzdaki su sanki bir zikir hali içinde olduğu izlenimini uyandırıyor. Ne dersiniz?
-Öyle yavrum, her şey her an zikir halinde.
-Bir Ayette de geçiyor değil mi Efendim, “Her biri kendi zikrini bilir” mealinde. Bu Ayeti nasıl izah ederiz?
-Her varlığın yaratılışı farklı olduğu gibi zikri de ayrıdır yavrum. Her bir yaratılışın kendine özgü bir zikri vardır.
-Suyun harelenmesi de onun bu zikrine mi işaret?
-Evet yavrum.
Havuz kenarında uzanan renkli projeksiyonlarla aydınlatılmış çam ağaçlarını işaret ederek:
-Çamların bütün gece boyunca böyle renkli ışıklarla aydınlatılması sanki onların uhrevi dünyalarını göz önünde bırakıyor gibi. Bundan rahatsız oluyorlar mıdır acaba?
-Oluyorlardır tabi. Onların da kendilerine göre bir manevi dünyaları var.
Sayın Büyüğümüz akşam çayını yudumluyor. Getirdiğimiz çayın tabağındaki küçük bir su damlasını işaret ederek:
-Bunu değiştir yavrum.
Tabağı diğer bir kuru tabakla değiştiriyoruz. Sayın büyüğümüz çay tabağı altı olarak bir yurtdışı seyahatinde alınmış bambu tabakları tercih ediyor ve bu tabaklar için çok itina gösteriyor.
-Efendim, siz cam veya metal tabak altlarını kullanmayı sevmiyorsunuz. Çay bardağını bırakırken çok itina ile, yavaşça bırakılmazsa haliyle cam veya metal altlıktan bir sürtünme sesi çıkıyor ama bu bambunun yumuşak dokusunda olmuyor. Bu durumda çıkan ses o eşyanın zikrinin rahatsız edilmiş olmasından mı ileri geliyor? Camın zikrini rahatsız etmek daha kolay diyebilir miyiz mesela?
- Öyle yavrum.
- Bazen insan yanındaki gürültüden çok rahatsız oluyor, mesela poşet hışırtısı gibi, çok yüksek sesle konuşulması gibi. Bu da insan bedenindeki bütün hücreleri etkiliyor ve rahatsız ediyor anlaşılan?
-Tabi.
-Efendim, başka bir yönden de bambu ile camı iki ayrı karakterde insana benzetebilir miyiz? Biri olaylar karşısında yumuşak tavrıyla sorun çıkarmayan, diğeri ise küçük bir incinmede bile hemen ciyaklamaya başlayan.
-Doğru. Benzetebiliriz.
-Efendim, bir gün dışarıda bir yerde oturuyorduk. Oradaki masalardan birinden kalkan bir hanım sandalyelerden birini çektiğinde çok rahatsız edici bir ses çıkmıştı. Siz de bunun üzerine o sandalye şimdi onu bu şekilde çeken o hanıma küfrediyor demiştiniz.
-Evet, hatırladım.
-Efendim, Haluk Nurbaki Hoca da bir kitabında “Aman,” diyor, “yere basarken ayaklarınızın altında bir orkestra salonu olduğunu unutmayın. Yavaş ve yumuşak basmaya gayret edin.” böylece yerdeki taşın, toprağın da zikrini rahatsız etmeyecek azami gayretin gösterilmesi gerektiğine işaret ediyor?
-Yavrum, sade taş, toprak da değil, her şey, canlı, cansız dediğimiz bütün varlıklar zikir halinde.
-Kuran-ı Kerim’de de bir Ayette bazı taşların Allah korkusuyla durdukları yerden yuvarlandıkları anlatılıyor. Biz ise bunu gördüğümüzde basit bir kayma fiili gibi algılıyoruz.
-Ah yavrum, ah.
-Efendim, Hatice Hanım anlatmıştı. Siz bulaşık yıkarken her çatalı, kaşığı ayrı ayrı bırakırmışsınız hiçbiri birbirine değmeyecek şekilde. Yani sanki iki insana muamele eder gibi ayrı ayrı ve edeple...
-Yavrum, ben bulaşık yıkarken tabakları, kaşıkları hiçbiri birbirine değmeyecek şekilde ayrı ayrı bırakırım ve incitmeden tek tek durularım. Çünkü onlara çok büyük saygı duyarım. Bazı kadınlar hepsini birlikte sudan geçiriyor.
- Böylece eşya da rahatsız edilmemiş oluyor. Efendim, peki, siz bir de evde çıplak ayakla yere basılmasına müsaade etmiyorsunuz. Niçin?
-Çünkü ayak temizliği çok itina istiyor. Bir evde tuvalet hariç her yer namaz kılınabilecek kadar temiz olmalı. Çünkü evin her yerinde namaz kılınması çok önemli.
-Bu bütün evde bir nur ve manevi huzur hali oluşturuyor diye mi?
-Öyle yavrum.
-Efendim, bir eve kedi girdiğinde uyumak için tercih ettiği yer o evin manevi havasının veya manevi duygu yoğunluğunun en iyi yaşanabileceği yer oluyormuş.
Nermin Hanım:
-Bir de evin en temiz yerine oturuyormuş diye duymuştum.
-Ne ilginç.
Sayın Büyüğümüz:
-Ama bunlar eve kedi almak uygun gibi anlaşılmasın.
- Tabi Efendim.
Bu defa tabakta su izi kalmamasına dikkat ederek Sayın Büyüğümüzün çayını yeniliyoruz.
- Efendim, siz çay bardağı üzerinde köpük olmasını da istemiyorsunuz çay içerken, onun sebebi nedir?
- Yavrum, çay benim için estetik bir olay, hatta bir ibadet. Çaydaki sırrı ben hala çözebilmiş değilim. Bu kadar insan gece gündüz çay içiyor, hala bıkmıyor.
-Efendim, çayda da tevhidi bir şey var sanki.
-Öyle yavrum, çayda ilahi bir sır var. Belki de çay bitkilerin velisi. Bir hikâyeye göre bir kralın gözyaşları toprağa düşünce çay filizi şeklinde yeşermiş. Çay buradan dünyaya yayılmış.
Sayın Büyüğümüzle birlikte çayın yanında bir şeyler atıştırıyoruz.
-Efendim, yemek yerken lokmaları küçük tutmanın da manevi tekâmülde bir önemi var mıdır? Nefsi fazlaya alıştırmamak bakımından…
- Vardır tabi.
-Efendim, siz bir tv sohbetinizde Paris’te rastladığınız bir Fransız kızdan bahsetmiştiniz. Hani pastaneye geliyor, siz de o sırada Rana Hanım’la birlikte orada bulunuyormuşsunuz. Bir kremalı pasta sipariş ediyor. Sonra pastasından ince bir dilim kesiyor ve onu ağzında dolaştırarak tabiri caizse tadını çıkararak yemeye başlıyor. Sonra da kalan büyük dilimi paket yaptırıyor. Yani aslında çok fazla yemekle yemeğin tadını almak aynı şey değil. Çocukları da bu konularda baştan yönlendirmek gerekir diyebilir miyiz?
-Tabi yavrum. Çok yerinde olur.
Bir gün Hz. Ömer RA’a soruyorlar. “Efendim” diyorlar, “bir günde ne kadar yemek yemeli?” Cevap veriyor, “Günde birkaç lokma yeter.” diyor. O günlerde mesela insanlar birkaç hurma ile oruç tutuyorlardı. Gandhi, Hindistan’ın eski devlet başkanı, günde sadece bir bardak portakal suyu içiyordu. Hepsi bu kadar.
-Efendim, demek ki bizim kadar yemek yeseymiş adam bütün dünyayı idare edecekmiş. : )
Sayın Büyüğümüz gülüyor.
-Efendim, hurma da çok ilginç bir bitki. Bir rivayete göre insan yaratılırken artan hamurdan yaratılmış hurma. O nedenle hurmada insan vücudu için gerekli her madde varmış. Hurma ağacı da insan vücuduyla büyük benzerlikler gösteriyormuş. Mesela nasıl insanın başı kesilince yaşayamazsa hurma ağacının da üst kısmı kesilirse ağaç ölüyormuş.
- Evet, içindeki şeker kana en hızlı karışan meyve aynı zamanda.
Balkon camının aralığından giren hava rüzgâr çıktığına işaret ediyor. Soruyoruz:
- Efendim, bir Ayet-i Kerimede “Biz rüzgarları yağmurların önünde müjdeci olarak gönderdik.” Buyruluyor. Bu Ayeti nasıl anlamalıyız acaba?
- Yavrum, bir olay zuhur etmeden önce onun bazı işaretleri daha önceden ortaya çıkmaya başlar. Bu kastediliyor.
-Efendim, burada rüzgar aslında insanların biraz çekindiği ve bazen de korktuğu bir şey olduğu halde burada müjdeci bir işaretten bahsediliyor. Tersine bir işaret oluş örneği ise yok. Demek ki aslında her zuhuratta bir hayır ve bir müjde var.
-Öyle yavrum. Şer olarak algılayan bizim nefsimiz oluyor.
Artık sohbeti tamamlama ve dönüş vaktimiz geliyor. Bu serin Ramazan akşamında bu güzel sohbetin esenlikleri içinde Sayın Büyüğümüze ve Nermin Hanım’a teşekkür ederek ayrılıyoruz.