Değerli Hocam,
Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Bizleri nice güzelliklerle tanıştırıp, en Güzel'e giden yolda yolumuzu aydınlatıyorsunuz. Allah sizden razı olsun. İnşallah sizin bu gayret ve çabalarınıza layık olabiliriz. Rabbim hepimizin idrakini arttırsın, gören ve duyan kullarından eylesin inşallah.
Müsaade ederseniz okuduğum bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Allah'a emanet olunuz.
Sizi sevgiyle kucaklar, gül ellerinizden öperim.
Gül Uçar
Üç Soru
Bir zamanlar kralın biri şayet bir işe doğru zamanda başlamayı bilirse, kimin sözüne kulak verip kimden uzak duracağını bilirse ve de hepsinden önemlisi, her zaman yapması gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilirse giriştiği hiç bir işte başarısızlığa uğramayacağını düşündü. Kralın isteği üzerine pek çok alim huzuruna geldi. Ancak kralın sorularına hepsi farklı cevaplar veriyorlardı. Kral bunların hiçbirine katılmadığını söyleyerek, sorularının doğru cevaplarını bulmak için bu konuda yalnız başına yaşayan ve kendini ibadete vermiş, bilgeliğiyle ünlü birisine danışmaya karar verdi.
Bilge, bir ormanda yaşıyor ve yaşadığı bu ormanın dışına hiç çıkmıyordu. Halktan kimseler dışında hiç kimseyi kabul etmiyordu. Bu yüzden kral üzerine sıradan elbiseler giydi. Bilge kişinin kulübesine gelmeden atından indi ve muhafızlarına geride kalmalarını söyledi. Sonra yola tek başına devam etti.
Kral kendisine doğru gelirken bilge adam kulübesinin önündeki toprağı kazmakla meşguldü. Kralı görünce selam verdi ve kazmaya devam etti. Bilge adam zayıf ve güçsüzdü. Elindeki bahçıvan küreğini toprağa her saplayışında sadece azıcık bir toprak parçasını kazabiliyor ve her defasında soluk soluğa kalıyordu.
Kral, bilge adamın yanına gelerek:
- Soracağım şu üç soruyu cevaplamanız için size geldim, bilge kişi. Doğru zamanda doğru şeyi yapmayı nasıl öğrenebilirim? Bana en gerekli olan insanlar kimlerdir ve dolayısıyla kimlerin sözüne daha fazla önem vermeliyim? Ve, hangi şeyler diğerlerinden daha önemlidir ve üzerlerine öncelikle eğilmem gerekir? Dedi.
Bilge adam kralı dinledi ama hiçbir şey söylemedi. Sadece elini tükürükleyerek kazmaya devam etti.
- Siz yorulmuşsunuz, dedi kral, küreği verin de biraz da ben kazayım.
- Sağ olun! Dedi bilge adam ve küreği krala vererek yere oturdu.
Kral iki tarhı bellemişti ki durdu ve sorularını yineledi. Bilge adam krala cevap vermedi. Ayağa kalktı ve elini uzatarak bahçıvan küreğini istedi.
- Şimdi siz dinlenin, biraz da ben çalışayım dedi.
Fakat kral küreği bilge adama geri vermedi ve kazmaya devam etti. Aradan bir saat geçti, derken bir saat daha. Güneş ağaçların ardında batmaya başlıyordu. Kral sonunda küreği yere saplayarak,
- Size sorularımı cevaplamanız için geldim, bilge insan. Şayet bana verebileceğiniz bir cevabınız yoksa söyleyin ben de evime gideyim dedi.
- Bakın koşarak biri geliyor, dedi bilge adam. Kimmiş bir görelim.
Kral arkasını döndü ve ağaçların arasından sakallı bir adamın koşarak geldiğini gördü. Adamın elleriyle bastırdığı karnından kan fışkırıyordu. Adam kralın yanına gelince belli belirsiz bir inlemeyle yere yığıldı ve kendinden geçti.
Kral ile bilge adam, adamın elbiselerini gevşettiler. Adamın karnında kocaman bir yara vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkayarak üzerini kendi mendili ve bilge adamın havlusuyla sardı. Ancak kan bir türlü durmuyordu. Kral defalarca sımsıcak kandan ıpıslak olan sargıyı çözerek suyla yıkadı ve yaranın üzerine yeniden sardı.
Kan nihayet durunca adam kendine geldi ve içecek bir şeyler istedi. Kral su getirip adama verdi. Bu arada güneş batmış ve hava soğumaya başlamıştı. Bu yüzden kral bilge adamın da yardımıyla yaralı adamı kulübeye taşıyarak yatağa yatırdı. Adam gözlerini kapadı. Sesi soluğu çıkmıyordu. Kral da adamı taşımaktan ve bahçede çalışmaktan öyle yorgun düşmüştü ki eşiğin üzerine çömelerek uyuyakaldı. O kısa yaz gecesi sabaha kadar deliksiz uyudu.
Sabah uyandığında uzunca bir süre nerede olduğunu ve yatakta uzanarak kendisine parlayan gözlerle dikkatli dikkatli bakan tuhaf görünüşlü, sakallı adamın kim olduğunu hatırlayamadı.
Sakallı adam kralın uyanık olduğunu ve kendisine baktığını görünce cılız bir sesle,
- Beni affedin! dedi.
- Seni tanımıyorum ve ortada seni affetmemi gerektirecek bir şey yok, dedi kral.
- Siz beni tanımıyorsunuz ama ben sizi tanıyorum. Ben sizden intikam almaya yemin etmiş bir düşmanınızım. Siz kardeşimi idam ettirip bütün malını mülkünü elinden almıştınız. Yalnız başınıza bilge adamı görmeye gittiğinizi bildiğimden dönüşte sizi öldürmeye karar verdim. Ancak gün sona erdi ve siz geri dönmediniz. Bunun üzerine ben de sizi aramak için saklandığım yerden çıktım ve muhafızlarınızla karşılaştım. Beni tanıdılar ve yaraladılar. Onlardan kaçıp kurtuldum. Ama siz yarama pansuman yapmasaydınız kesinlikle kan kaybından ölecektim. Ben sizi öldürmek istiyordum, sizse benim hayatımı kurtardınız. Şimdi hayatta kalırsam ve şayet siz de isterseniz en sadık kulunuz olarak size hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynısını yapmalarını emredeceğim. Beni affedin!
Kral düşmanıyla böyle kolay yoldan barıştığı ve onu bir dost olarak kazandığı için çok mutluydu ve onu sadece bağışlamakla kalmadı, adama kendisiyle alakadar olmaları için hizmetkârlarını ve kendi doktorunu da yollayacağını, kardeşinin malını mülkünü de iade edeceğini söyledi.
Kral yaralı adamdan müsaade isteyerek sundurmaya çıktı ve bilge adamı görmek için etrafa bakındı. Gitmeden önce kendisinden sorduğu sorulara bir kez daha cevap vermesini rica edecekti. Bilge adam bahçede dizleri üzerine oturmuş önceki gün kazılan tarhlara tohum dikiyordu.
Kral yanına giderek,
- Sizden sorularıma cevap vermenizi son defa istirham ediyorum bilge insan, dedi.
- Bilge adam ince bacaklarının üzerine çömelerek, başını yukarı kaldırmış, önünde duran krala bakıyordu.
- Siz cevaplarınızı zaten aldınız! Dedi.
- Nasıl yani? Ne demek istiyorsunuz? Diye sordu kral.
- Hala anlamıyor musunuz? Diye cevapladı bilge adam. Dün benim güçsüz oluşuma acımayıp bu tarhları benim için kazmasaydınız ve yolunuza gitseydiniz, o adam size saldıracak ve siz de benim yanımda kalmadığınıza bin pişman olacaktınız. Dolayısıyla en önemli an o tarhları kazdığınız andı. En önemli kişi ise bendim ve en önemli uğraşınız da bana iyilik etmekti.
Sonra o adam bize doğru koşarak geldiğinde, en önemli an onunla ilgilendiğiniz andı. Zira siz adamın yarasını sarmasaydınız adam sizinle barışamadan ölecekti. Dolayısıyla sizin için en önemli adam oydu ve onun için yaptıklarınız sizin için en önemli uğraştı. Şunu sakın unutmayın: Önemli olan tek bir an vardır, o da “şimdi”dir. En önemli an şu andır çünkü bir tek ona sözümüz geçer. İnsana en gerekli olan kişi şu an yanında olan kişidir. Çünkü hiç kimse günün birinde bir başkasına işinin düşüp düşmeyeceğini bilemez. Ve de insan için en önemli uğraşı o an yanında olan kişiye iyilik yapmaktır. Zira bu, insanın yeryüzüne gönderiliş gayesidir!
Tolstoy