Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Huzur ve mutluluk ancak tevhid iledir
Gönderen : Melih
Tarih : 1/6/2011 3:19:13 AM


 


Çok sevdiğim Büyüğüm,


Müsaadenizle.


Gerek yazılarınızda, gerek sohbetlerinizde bir kasap zattan bahsedersiniz. Hani vakit namazını bir dakika dahi geciktirmeyen; ama aynı zamanda müşterilerine kazık atabilen bir kasap. İnsanı düşündürür; bu denli iki zıt durum nasıl olur da bir arada bulunabilir? Ancak şu şekilde; iki yönünden biri hakiki değil. Yani ya hakiki bir kazıkçı değil, ya da hakiki bir Müslüman değil... Maalesef sizin örneğinizde sondaki durum geçerli.


Efendim müsaadenizle ben de benzer bir anımı paylaşmak istedim. Yıllar öncesine uzanıyorum. Soğuk bir kış günü, elimde büyük valizimle askerlik görevimi yapacağım birliğe doğru gidiyorum. Nihayet ulaştım ve ilk günler başladı. Her şeye yabancıyız. Acaba ne görevler yapacağız, şartlar ne olacak?.. Bir de benim için önemli bir konu, acaba namaz kılabilecek miyim? Neyse ki şartlar buna elverdi. Bizim gruptan on kişiye yakın bir topluluk beş vakit namaz kılıyordu ve idare edecek şekilde namazlarımızı eda edebiliyorduk. Bu topluluğun içinde Ahmet isminde bir öğretmen arkadaş vardı. Kendisiyle her konuşmamızda dini meselelerden bahis açar, sık sık da teheccüd namazından bahsederdi. O zamanlar ne olduğunu bilmediğim teheccüd meğer aşıkların işiymiş. Gecenin bir yarısı, herkes mışıl mışıl uyurken, tatlı uyku bırakılacak ve Yaradan’ın huzuruna çıkılacak. Doğrusu uyku yüz misli daha tatlı olsa, yine teheccüdün güzelliğinin yüzde biri olamaz. Geceleri dünya sanki bambaşka oluyor. Neyse, meseleye döneyim. Ahmet çoğu zaman bana teheccüde kalkmayı önerirdi. Ne yalan söyleyeyim, o zamanki tempoda bu yapabileceğim bir şey değildi. Zaten kıt kanaat uyuyorduk.


İlerleyen günlerde birbirimizi daha iyi tanımaya başladık. Yalnız bir şey dikkatimi çekiyordu. Bütün diğer asker arkadaşlarım, ağız birliği etmişçesine Ahmet’in kaytarmalarından söz ediyordu. Ne zaman beraber bir iş yapılacaksa Ahmet, “vakit namazı geldi, ben namaza gidiyorum” diyerek ayrılırmış. Başta konduramadım. Ve otuz günlük acemilik dönemimizi Ahmet hakkında hüsnüzanın sınırlarını zorlayarak geçirdim. Sonrasında ustalık dönemine başlamak üzere herkes ayrı ilçelere dağıldı. Ahmet ile yollarımız burada ayrıldı.


Aradan aylar geçti, bir gün yeni görev yerime, bulunduğum birliğin askerlerini traş etmek üzere başka  birlikten bir berber geldi. O da asker. Beni traş ederken sohbet ettik biraz. Nereden geldiğini sordum. Söylediği birlik, Ahmet’in de bulunduğu birlikti. Tanıyıp tanımadığını sordum. Birden traşı durdurdu. “Ağabey”, dedi, “yani şu an bizim birliğe gelsen, bütün askerlere tek tek sorsan, burada en sevmediğiniz kişi kim desen, istisnasız herkes onu gösterir.” Sen onu iyi tanır mıydın, diye devam etti sözlerine. Ehh diye cevap verdim ve geçiştirdim fazla uzamasını istemediğimden.


O günden sonra ben de bu konu üzerinde çok düşündüm. Ve sizin sohbetinizdeki sonuçtu aslında ulaşacağım yer: SÖZ(DÜŞÜNCE) VE FİİL BİRBİRİNE UYMUYORSA BU İŞTE BİR YANLIŞLIK VARDIR.


 İnşallah Ahmet bu konuda daha iyiye, daha müspete gitmiştir. Ve inşallah hepimize her zaman daha iyiye gitmek nasip olsun.


 Efendim biraz uzun oldu, hakkınızı helal Edin. Hürmetle Ellerinizden öper, Değerli Dostlara saygı ve sevgilerimi sunarım.


 


Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :

Huzur ve mutluluk ancak tevhid iledir Yazan Melih
Cvp: Huzur ve mutluluk ancak tevhid iledir Yazan Sabri Tandoğan

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]