Cok Sevgili Babacigim,
Size uzun zamandir yazamadim. Bu arada yeni bir eve tasindik. Internetimiz de bir sure aktarma islemlerinden dolayi kesikti. Sonucta epey ugrastik , yorulduk ama degdi. Daha kucuk ama sevimli bir evimiz var artik. Aydinlik yuzu gulen bir ev , insallah hayirlara vesile olur...
Bu arada Turkiye 'de kar yagiyor Annemlerle konusuyorum, haberleri seyrediyorum... Soguk ama bembeyaz. Kar yagisini seyretmeyeli o sogugu hissetmeyeli 10 yil oldu. Bu sicak iklim kusaginda yilda bir iki gun yagmur gorebiliyoruz o kadar.
Bu sabah uyandığımda yine her yeri kalın bir sis tabakası altında buldum . Evet sisin bu mistik, gizemli havası beni büyülüyor. Hele zaman zaman açılmaya başlayıp da ardındakileri hayal meyal gösterdiğinde insan merak içinde seyre dalıyor. Sanki ilk kez görüyormuşçasına dikkatle keşfediyor her detayı. Sonra aşağılara bastıran sis perdesi yükseklerde kalan ağaçların dallarını, dağları, tepeleri (burada gökdelenleri) tam kaplamadığında ortaya müthiş bir manzara çıkıyor. Bir hayalin içinden, bir masaldan canlanmış devler gibi yükseliyorlar sis tabakasının üzerinde..
Hayatimda en güzel sis manzarasını on beş yıl kadar önce Karadeniz de Uzungöl’e gittiğimizde görmüştüm. Uzungölün etrafını çevreleyen dağlar yemyeşil göğe yükseliyorlardı. Bembeyaz sis tabakası adeta dantel ve kupürden bir gelin duvağı gibi dağları sarmalıyarak eteklerine doğru uzanıyordu.. Dağlardan akarak gelen dereler ara ara sisin gizemli perdesi arasından sızmaya çalışan güneş ışığının yansıması ile gümüş gelin telleri gibi pırıl pırıl parlıyorlardı… Hele bir de yavaş yavaş yaylalara doğru çıkmaya başlayıp da sis tabakasinin üzerine varmaya başladınız mı aşağıdaki manzarayı seyre doyum olmuyordu… Güneş ışığının yere ulaşabilen hüzmeleri yesil ormanlar ve masmavi gol üzerinde sanki dans ediyor , herbir hareketlerinde yeryüzü ebem kuşağının yedi rengine boyanıyordu… Paha biçilmez bir mücevheri seyrediyormuşçasına heyecan duymuştum.
Aslında kar yağarken seyretmeye de bayilirim. Eğer gece başlamışsa kar, gökyüzü kızılımtirak bir renge bürünür. Hele güneş yeni doğuyorsa muthistir. Lapa lapa yağan kar taneleri her biri başka bir yıldız şeklinde ağır ağır süzülerek inerler yeryüzüne.. İşte böyle sabahlarda ille de taze tarhana çorbası pişmelidir. Pencerenin önündeki sofrada dumanı tute tute, buram buram tarhana çorbası ile kahvaltı yapılmalıdır. Sis nasıl gizemliyse , kar o denli saf ve yalindir. Bütün çirkinlikleri örter. Ne balcık halindeki yollar, ne gri damlar, ne de yamru yumru yapılmış evler, bakımsız bahçeler, arsalar kalir. Her yan o muhteşem beyaz örtüsü altında inanılmaz güzel görünmektedir artık…
Ya sağnak halinde yağan yağmura ne demeli? …. Onun öyküsü ise bambaşkadır…
Herşeyin, hepsinin çok farklı özellikleri , inanılmaz güzellikleri var ; bakmayı ve gormeyi bildikten sonra…
Bakmayı, görmeyi bildikten sonra dedim de 25 yıl kadar önce okuduğum bir hikaye geliverdi aklıma…
Bir hastahane odasında geçer olay. Çok ağır durumda iki hasta aynı odada yatmaktadır. Gri duvarlı, hastane ve ilaç kokulu bu odada ilerleyen hastalıklarına rağmen birbirlerine destek olmaya, sohbet etmeye çalışırlar. Yerlerinden kalkamamakta, her ihtiyaçları için hastabakıcıya ihtiyaç duymaktadırlar. Hastalardan birisi cam kenarında, diğeri duvar kenarındaki yatakta yatmaktadır. Sabah olup da hastabakıcı geldiğinde, onları biraz doğrultur. Cam kenarındaki hasta dışarıya bakar, öbürü sorar merakla ne gördüğünü.. Cam kenarındaki anlatmaya başlar. “Yemyeşil bir park görüyorum. Bankta oturan yaşlı bir adam etrafta uçuşan kuşlara ekmek kırıntıları veriyor, çocuklar neşe ile koşup oynuyor, genc bir çift geçiyor el ele”…. Ertesi gün yine anlatmaya devam eder… “Dünkü çift yine geldi şimdi bankta oturuyorlar… Şu geçen gün gelen baba oğul yine burada , babası çocuğuna uçurtma uçurmayı öğretiyor. Harika bir hava var”…..
Bu böyle günlerce sürer gider… Duvar kenarında yatmakta olan hasta baştan sevinerek dinlerken, gün geçtikçe inceden inceye bir kıskançlık hissetmeye başlar. Niye onun yatağı duvar kenarındadır?, Neden o bu güzelim manzarayı görmemektedir? Bu haksızlık diye düşünmeye başlar. Bir gece cam kenarındaki hasta aniden rahatsızlanır. Duvar kenarındaki hasta bir bağırsa, hemşireyi çağırsa, arkadaşına yardım etse diye düşünür. Ama kıskançlık ve haset galip gelir. “Nasıl olsa ölecek, çok ağır hasta.. Kendime de bir şans tanımalıyım” diye düşünür, nefsine yenik düşer, seslenip kimseyi çağırmaz. Sabah hemşire ve hastabakıcılar cam kenarındaki hastayı ölü bulurlar. Öğlene doğru onu alır götürürler, yatağı düzeltip temizlerler ve duvar kenarındaki hastayı o yatağa geçirirler… Onlar odadan çıkar çıkmaz hasta büyük bir heyecan ve merakla pencereye çevirir gözlerini… Önünde yandaki binanın penceresiz koyu gri duvarından başka hicbir şey yoktur...
Sevgi saygi ve dua ile ellerinizden opuyorum.
Butun gonul dostlarima selamlar...
Ozden
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
“Sahi siz mi geldiniz, saksılarım ışıdı” İlhan Berk Yazan Özden
Cvp: “Sahi siz mi geldiniz, saksılarım ışıdı” İlhan Berk Yazan Sabri Tandoğan