Sayın Hatice Hakeri,
5.12.2006 tarihli mailinizi aldım. Efendim, bir şiir kadar güzel, düşündürücü, insanı tefekkür alemine daldıran kıymetli mailinizi edeple, saygıyla okudum. Allah sizden razı olsun. O kadar güzel konulara değinmişsiniz ki bilhassa ev ve yuva ayrımı yapmanız çok şiirsel, etkileyici, zarif. Önemli olan evleri, haneleri yuva yapabilmekte. Bu da ancak aşk ve imanla mümkün. Karşılıklı aşkla o evler iman çizgisinde birleşerek yuva olabiliyor. Onun dışındaki evler benim nazarımda bir pansiyondan farksız. Orada sadece ihtiyaçlar gideriliyor. Hele modern, çağdaş evlerde yalnız fiziksel ihtiyaçlar. Orada duygular, heyecanlar, ürperişler paylaşılmıyor. Orada yalnız maddi ihtiyaçların tatmini var. Şair Gülten Akın ne güzel söylüyor:
“Şimdi insanların yalnız kolları var
Ve ben delice birşey istiyorum.”
Ah değerli şair, ne güzel belirtmişsin.
Efendim, günümüzde güzel yollar, güzel binalar, güzel arabalar var. Muhteşem çarşılar var. Ama tüm bunlara rağmen insanlar mutsuz, insanlar huzursuz, insanlar sıkıntı içinde, bunalım içinde. Sebep ne? Durum ortada, herşey apaçık. İnsanlar şükretmesini unuttular, insanlar sabretmesini unuttular, insanlar en tatlı ürperişlerle beklemesini unuttular. Trafikte hergün gördüğümüz çirkinlikler, kabalıklar, saygısızlıklar bunun en canlı örneği değil mi? Adına araba denen pek çok insanın rüyaları, hayalleri olan o boyalı tenekelerin içinde bu kadar edep dışına çıkan insanlar evlerinde karılarına, kızlarına karşı nasıl hassas, müşfik, saygılı, edepli olabilirler? Bence çağın en büyük dramı insanların manevi duygularını, şükür duygularını kaybetmeleri. Yoksa Amerika bu kadar saldırgan olabilir miydi? Bizim siyasilerimiz bütün alaylara, istihzalara, küçük görmelere, dayatmalara karşı Avrupa birliğine gireceğiz diye bizim haysiyetimizi, gururumuzu, insanlığımızı bu kadar ayaklar altında çiğnetebilirler miydi? Kızılay’daki o arsızca, yüzsüzce asılan Avrupa birliği bayrakları her gün onurlu insanların yüzüne bir tokat gibi inmiyor mu? Oradan geçen bir batılı “Yahu bunlar ne haysiyetsiz adamlar, biz bunları sevmiyoruz, beğenmiyoruz, istemiyoruz, nefret ediyoruz. Biz bunları bölmek, parçalamak, yok etmek istiyoruz. Bunlar hala köpek gibi kapımızda yalvarıyorlar, yüz suyu döküyorlar” demez mi? Eğer o insanlarımızda gerçek manada bir şükür duygusu olsaydı en azından “Almazsan alma, sana da senin Avrupa birliğine de lanet olsun, biz de gider yeni dünyada yeni müttefiklerle yaşantımızı sürdürürüz. Biz aç kalırız, ölürüz ama yine de onurumuzu koruruz. Şehit olarak ölmek bizim için en büyük şeref, en büyük ideal, en büyük gayedir, size uğurlar olsun, ayrılıyor yolumuz” demezler miydi? Ben ölürüm yine de adına Merkel denilen o hizmetçi kılıklı karıya eyvallah etmem. Ya insanca yaşayalım, gerekirse aç kalalım, ya insanca ölelim. Ama şehit olarak ölelim, ama gururumuz, haysiyetimiz, efendiliğimiz uğruna ölelim. Açıkça söylüyorum bu politika beni hayattan soğuttu, yaşamaktan soğuttu, utanç duyuyorum, yüzüm kızarıyor. Hala bazı paçavra gazetelerin, paçavra köşe yazarları bizim varoluş şartımızı Avrupa birliğine bağlıyor. Lanet olsun, bin kere lanet olsun.
Sayın Hatice Hakeri, bir şükür duygusunu kaybetmekle neleri kaybettiğimizi görüyor musunuz? Para adına, daha lüks yaşama adına onurlar, haysiyetler ayaklar altında çiğneniyor. O adamlar yarın Allah’ın huzuruna çıkacaklarını hiç düşünmüyorlar mı? Benim gibi vatanına, bayrağına, ecdadına, şehit kanına saygılı daha nice insan kan ağlarken acaba öbür alemde bunların hesabı sorulmayacak mı? Bir tek şükür duygusu kaybolmasaydı bunların hiçbiri olmayacaktı. Ve bizler de başımız dik yaşayacaktık. “Billah, yaşamak yerde sürünmeye değmez” diyecektik. Cemiyet-i Akvam kurulmuştu. Yani bugünkü Birleşmiş Milletler. Atatürk’e gittiler, “Efendim, dahil oldunuz mu?” dediler, Atatürk cevap verdi “Biz haysiyetli bir milletiz, ne zaman bize teklif, davet gelirse o zaman oturur, düşünürüz, kararımızı veririz”.
Sayın Hatice Hakeri zeka tek başına yetmiyor. Asıl önemli olan akıllı olabilmek. Ben öteden beri zekayı bir fakülte, aklı bir üniversite olarak düşünürüm. Nasıl bir fakülte üniversitenin içinde yer alan bir ünite ise zeka da öyle. Her zeki insan akıllı değildir. Nice üstün zekalı insanlar vardır ki sonları hiç iyi gelmemiştir. Sürünerek it gibi can vermişlerdir. Zekanın akıl çizgisine gelebilmesi için onun yanına daha birçok unsurların katılması gerekir. Kalbi, kafası temiz olmayan, Hak yolunda olmayan, kirli düşüncelerle dolan insanlar hiçbirzaman ne mutlu olabilir, ne mutlu edebilir, ne de başarılı olabilir. İnsan yundukça, temizlendikçe kendini arı duru, pırıl pırıl bir hale getirdikçe olaylara daha çok yönlü bakmaya başlar. Daha objektif olur, daha güzel kararlar alır. Aksi takdirde o zeka ihtiraslarının, kirli duygularının etkisiyle sönmeye yüz tutar. Kendisi için de çevresi için de zararlı olmaya başlar. İhtiraslarının elinde oyuncak olan insanlar kendi hayatlarını da , başkalarının hayatlarını da rezil, kepaze ederler. Ben zeka ile ruh temizliğini at başı beraber gider görüyorum. Her gün hayatta ratladığımız örnekler bunu bize açık seçik bir şekilde gösteriyor. Ne yazık ki materyalist düşüncelerin etkisiyle zekaya herşey gözüyle bakılıyor. Irak’ı, Bağdat’ı kana bulayanlar zeki insanlar değil mi? Onlara zekadan mahrum diyebilir misiniz? Zekiler ama temiz değiller, akıllı değiller. Onun için de hergün Bağdat’taki alevler göklere yükselirken ve dünya televizyonlarında gösterilirken onların kılı bile kıpırdamıyor. Sayın Hatice Hakeri göndermiş olduğunuz mail bizi nice düşüncelere götürdü, nice şeyleri bize hatırlattı.
Efendim, yeni maillerinizi bekler selam, sevgi ve saygılarımızı sunarız.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Çağın en büyük dramı Yazan Hatice Hakeri
Cvp: Çağın en büyük dramı Yazan Sabri Tandoğan