Saygıdeğer Üstâdım Sabri Bey ve Çok Değerli Dostlar,
Efendim, sağlık ve âfiyet niyazlarımla MERHABA diyorum.
11 Mart’tan bu yana üç kavramın adresi maalesef Japonya oldu…
Deprem+Tsunami+Nükleer Sızıntı…
Terim olarak da Japoncadan diğer dillere geçmiş tsunami (sunami) maalesef âfetin tahribatını artırdı!
O günden beri dünya, Japonya’yı ve Japonları konuşuyor!
Şahsen, ben de herkes gibi Japonlar hakkında okuduklarım kadarıyla bilgi sahibiyim. Tabii, okuduklarımızın çoğu müsbet bilgiler ve değerlendirmeler…
Meselâ, Aikido hakkında okuduklarım -daha çok yeni doğmuş (20 yüzyıl ilk çeyrek) bu savunma sanatı- benim Japonlara saygımı artırmıştır…
Mektubumu kaleme almadan önce, bazı anılarımı da hatırladım; onları da paylaşmak isterim.
Dünyada herkes bir başka kültürün ve coğrafyanın dilini sonradan öğrenebilir. Hele hele zamanımızda yabancı dil öğrenme süreçleri sistemleşmiş ve yaygınlaşmış durumda…
Fıkra mıdır yoksa gerçek midir, hiç teyit etme fırsatım olmadı ama şöyle bir espiri vardır… Arapların dublaj yaptığı kovboy filminde, oyuncu barın kapısından içeri artistik biçimde girer ve “Selamün Aleyküm!” der?!
Kovboyun Arapça konuşması (konuşturulması) komik bir şeydir?!
Bunun gibi bir Japonun da Arapça konuşmasını pek hayal edemezdim!
Ancak, bir gün önüme, bundan tam 30 yıl önce Arapça olarak kaleme alınmış bir mektup konuldu…
Vaktiyle, ülkesindeki yabancılara Arapça öğreten okulun müdürlüğünü yapmış bir dost büyüğümüz, Japon öğrencisinin ülkesine döndükten sonra kendisine yazdığı mektubu inceleyelim diye bize göstermişti.
Hayran olmamak imkânsızdı!
Muhteşem bir Arap hattıyla (el yazıyla) ve mükemmel cümle kalıplarıyla kaleme alınmış bir mektuptu… Mektuptaki Arapça tek kelimeyle kusursuzdu!
Çok değil, birkaç sene önce işyerimizdeki genç arkadaşlardan biri Japon Başkonsolos vekili ile tanışır bir ortamda… Şirketimizin faaliyetlerinden bahseder ve Japon dostumuzu ofise davet eder… Randevulaşırlar…
Ancak, bizim arkadaşımız randevu gün ve saatinde rahatsızlığı sebebiyle hazır bulunamaz; Japon misafiriyle irtibat kuramaz ve randevuyu iptal edemez…
Neticede, birkaç ilave aksilik sebebiyle Başkonsolos vekilini ağırlamak bendenize düşer! Bu toplantı benim için hoş bir tecrübedir; çünkü Japon misafir akıcı Türkçe konuşmaktadır!!
Japonların İngilizce’yi çok kötü telaffuz ettikleri genelde bilinir ama bizim misafirimiz Türkçe’de pek mahir idi!
Ne kadar ilginçtir ki, Japonlar hakkında bugüne kadar işittiğimiz güzel şeylerin doğru olduğuna bu büyük âfetten sonra bütün dünya tanıklık ediyor…
Meselâ şu aktarılıyor…
“Gelelim afet bölgesinde gördüklerime; Yamagata’da bir spor merkezindeyiz , İHH’daki arkadaşlar erzak ve su dağıtacak. Ben de sözüm ona bir iki kare fotoğraf alacağım. Üç katlı bir merkezin en üstündeki odalardan birindeyiz. Çoluk çocuk yerlere serilmiş bezlerin üzerinde her an kalkacakmış gibi oturuyor. Başlıyoruz gıda paketlerini dağıtmaya... Ancak eller bir türlü kendilerine uzatılan yardıma yönelmiyor. Kimi başını öne eğiyor, kimi yüzünü gizliyor. Merkez görevlisi onları cesaretlendirmek için yiyeceklerden birini alıyor ve “Bu insanlar Turuko. Bizler için Türkiye’den gelmişler” diyor. Ortam biraz olsun yumuşuyor ve yardımlar tek tek dağıtılıyor. Kimse bir tane daha alayım derdinde değil. Erzaklardan alanlar kıyıda köşedeki boş battaniyeleri gösteriyor. İHH ekipleri onlara da birer erzak bırakıyor. Benimki de merak işte İbrahim’e, “Sor bakalım en son ne zaman yemek yemişler?” diyorum. Soruyor ve aktarıyor, “İki gün önce” Bizde olsa iki gün insan aç kalacak ve öylece oturup bekleyecek mümkün mü? “
Muhabir Osman Sağırlı gazetesinde anlatmaya devam ediyor…
“Japonya’da bulunduğum süre içinde mihmandarlığımızı yapan İbrahim Selimhan Kılıç, eşi Japon üç de çocuğu var. İmkânı olan ülkeyi terk ediyor. İbrahim de memleketten telefon üstüne telefon alanlardan... Ona kalsa dünden ayrılmaya razı ancak eşi gelmek istemiyor. İbrahim, “Abi eve gelin, eşimi ikna etmeme yardımcı olun” diyor. Dört gün boyunca eşini çocuğunu afet ortasında bırakmış bir adamın bu arzusuna hayır diyemiyoruz. Gecenin bir yarısı İbrahim’in evindeyiz. Çaylar içiyoruz, Japon gelin ifade almaya başlıyor, “Söyleyin bakalım bilgileriniz ne kadar sağlam, Japonya’ya ne olacak?” Ortalık toz duman, enkazlarda bir sürü insan var. Benzin yok, su, elektrik yok, millet aç, reaktörler her an patlayabilir diyoruz. Hepsini tek tek dinliyor. “Bu söyledikleriniz belki beni ikna edebilir. Ancak annem ve babam kesinlikle ikna olmaz. Onları ikna edecek şeyler bulun lütfen” diyor. Dilimiz döndüğünce anlatıyoruz, annesini ve babasını arıyor, “Aldığı cevap manidar. Biz kendimize kaçtı dedirtmeyiz. Bir günde iki atom bombası atılan buna rağmen ayağa kalkıp dünyaya hükmeden bir milletiz. Ölürsek memleketimizde ölürüz, hiç bir yere gelmiyoruz.”
(Ref: http://www.turkiyegazetesi.com/haber/484125/japonlar_harakiri_yapiyor_.aspx )
Netice itibariyle, merhum Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ında Japonları örnek olarak vermesi ve göstermesi boş değilmiş!
Meğer, büyük şairimizin Japonya sevgisi 1944’de Japonya’da vefat eden Abdurreşid İbrahim Efendi’ye ve onun bir eserine dayanıyormuş…
(Ref: http://sufizmveinsan.com/arastirma/safahat.html )
Büyük şair şöyle terennüm etmiş zamanında…
“Sorunuz, şimdi, Japonlar da nasıl millettir?
Onu Tasvire zafer-yab olamam, hayrettir!
Şu kadar söyleyeyim: Din-i mübinin orada,
Ruh-u feyyazı yayılmış, yalınız şekli: Buda.
Siz gidin, safvet-i İslam’ı Japonlarda görün!
O Küçük boylu, büyük milletin efradı bugün,
Müslümanlıktaki erkanı siyanette ferid;
Müslüman denmek için eksiği ancak tevhid.
Doğruluk, ahde vefa, va’de sadakat, şefkat;
Acizin hakkını i’laya samimi gayret;
En ufak şeyle kanaat, çoğa kudret varken;
Yine ifrat ile vermek, veren eller darken;
Kimsenin ırzına, namusuna yan bakmayarak,
Yedi kat ellerin evladını kardeş tanımak;
<<Öleceksin!>> denilen noktada merdane sebat;
Yeri gelsin, gülerek, oynayarak terk-i hayat,
İhtirasat-ı hususiyyeyi söyletmeyerek,
Nef’-i şahsıyi umumunkine kurban etmek...
Daha bunlar gibi çok nadire gördüm orada.
Ademin en temiz ahfadına malik bir ada.
Medeniyyet girebilmiş yalınız fenniyle...
O da sahiplerinin lahik olan izniyle.
Dikilip sahile binlerce basıret, im’an;
Ne kadar maskaralık varsa kovulmuş kapıdan!
Garbın eşyası, eğer kıymeti haizse yürür;
Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür!
Gece gündüz açık evler, kapılar mandalsız;
Herkesin sandığı meydanda, bilinmez hırsız.
Ya o mehviyyeti insan göremez bir yerde...
Togo(*)’nun umduğunuz tavrı mı vardır? Nerde!
<<Gidelim!>> der, götürür! Sonra gelip ta yanıma;
Çay boşaltırdı ben içtikçe hemen fincanıma.
Müslümanlık sanırım parlıyacaktır orda;
Sade Osmanlı’ların gayreti lazım arada.
Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler,
Ulema, vahy-i İlahiyi mi bilmem, bekler?
(*)Togo: 20. yüzyıldaki bir Japon generali
Sözümüzü burada izninizle bağlayalım ve bu büyük âfetten sonra Japonlar ve bütün insanlık için İslam çatısı altında tevhide gelişler ve dönüşler niyaz edelim.
Bayraklarındaki güneş onlara bu âfetten sonra İslâm olarak doğsun inşaALLAH!
En kalbî saygılarımla,
Kardan Adam
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
"Sis yelpaze ile dağıtılmaz!" Japon Atasözü Yazan "Kardan Adam"
Cvp: "Sis yelpaze ile dağıtılmaz!" Japon Atasözü Yazan Sabri Tandoğan