Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Günümüz insanı ne hale geldi
Gönderen : Cahide
Tarih : 6/17/2011 11:56:20 AM


 


Saygıdeğer büyüğüm Sayın Sabri Babacığım ve Kıymetli Gönül Dostları!


 


Bu güzel Cuma günü hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.


 


Metin Baydın’ın yazdığı “Mevlana’nın Yedi Mesajı” adlı kitabında okumuş olduğum “Günümüz insanı ne hale geldi? Başlıklı bir yazısını sizlerle paylaşmak istedim.


 


 


Günümüz İnsanı Ne Hale Geldi?


 


            İçinde yaşadığımız dönem, şekillerin dahi şekilsizleştiği, doğruların eğrildiği, sanallığın alabildiğine yayıldığı, ruhsuz, duygusuz, acımasız ikiyüzlü bir dünyanın merkezine doğru hızla sürükleniyor.


            Ve bir toplum olarak biz de, hayatımıza yön veren görsel ve işitsel enformasyon, telekomünikasyon, moda gibi çılgın etkileşimler sayesinde acemi raftingciler gibi sağa sola yalpalayarak, dibi girdap olan bir şelaleye doğru hızla ilerliyoruz.


            Bin yıllık birikimimize rağmen kültür musluklarının birer birer kurumasıyla susuz kalmış dimağlar, ister istemez, yılanın kabuk değiştirdiği gibi kendi kültüründen hızla soyutlanıp, adına global kültür dedikleri, Batı’nın tadı tuzu bir hoş, lezzeti mayhoş ithal kültürünü yudum yudum içerek, sanal dünyanın ve teknolojinin, kısa yoldan şöhret olma arzusunun, köşeyi dönme sevdasının, moda çılgınlığının baş döndüren hortumunda saman çöpü gibi savrulup gidiyoruz.


            Kökünden kopartılmış ve ithal kültür cereyanında kalmış, dört bin yandan çepeçevre sarmalanmış günümüz insanı,  bu hengamede yaşayabilmenin, ayakta kalabilmenin olmazsa olmaz yeni kurallarını arıyor.


            İşte bu sebepledir ki, bizim kültürümüzde “edep, saygı, vefa, hürmet, haysiyet, şeref…” gibi erdem sayılan kavramlar, şimdi ancak bir başkasını kendisine ram etmek için sadece talkın olarak kullanılıyor. (Ele verir talkını, kendi yutar salkımı atasözünü hatırlamak gerekir.)


            Görüşmelerde, konuşmalarda içi boş, kulağa hoş gelen “hak hukuk, barış, kardeşlik, saygı ve sevgi” muhabbetleri terennüm edilirken, gerçekte, doymak bilmeyen insan egosuna, ormanda kırmızı başlıklı yeni kızlar aranıyor.


            Güçlünün hukuku geçerli olan bir anlayışta, güçlü olmak zorunlu olduğundan, herkes güçlü olmasa da güçlü görünmek için yağmasa da gürlemek zorunda olduğunu hissediyor.


            Ortaya çok enteresan bir manzara çıkıyor.


            Yunus Emre döneminde olduğu gibi, bir gönüle girmek yerine, artık beyinlere hükmetmek amaçlanıyor.


            Bir harf öğretenin kölesi olmak, ekmeğini yediğinin kılıcını sallamak, bir fincan kahvenin kırk yılı hatırı olmak, masallarda söylenen ninniler olarak algılanıyor.


            “Yetim hakkı”, “mazlumun ahı”, “ayıp”, “günah” gibi duygular, tamamen demode ve artık hiçbir müeyyidesi olmayan, yaptırımdan uzak bir nostaljik sözcük olarak, ekranlarda adına standapçı denilen kimi züppelerin alaylı konuşmalarına garnitür olmaktan öte gitmiyor.


            Büyüğe saygı, küçüğe sevgi öğretileri sadece bayramlık demeçlerin içinde birer klişe söz olarak kullanılıyor.


            İletişim çağının baş döndüren hızında görüşmeler konuşmalar, robotlar gibi birkaç tınıyla gerçekleşebildiğinden, ne yazmaya ne okumaya ihtiyaç duyulduğu için, dil denilen ve insanın diğer canlılardan en büyük farkı olan kelimeler, sözlük sayfalarında çürümeye terk ediliyor.


            Geriye ne mi kalıyor?


            Hakkın hukukun edep ve saygının, ayıp ve günahın kalmadığı bir toplumda kim daha fazla kavgacı olursa ekmeği o kapıyor. Kimin sesi gür çıkarsa ortama o hakim oluyor. Kim karşısındakini tahkir eder küçültürse kendisi o kadar büyük gözüküyor. Kimin ağzında argo küfür gibi gün görmedik laf varsa, ağzı o kadar iyi laf yapan oluyor.


            Kim daha çok çalar çırparsa o kadar malı mülkü oluyor. Kim daha çok süslenirse, dikkatin o kadar odak noktası oluyor.


            Kim ne kadar yalan söyleyebilirse o kadar çok kandırıyor ve inandırıyor. Kim ne kadar zulüm yaparsa, kendisinden o kadar çekiniliyor. Kimden ne kadar çekinilirse, kendisine o kadar saygı duyuluyor.


            Dolayısıyla artık kimse “ilm”e ihtiyaç duymuyor. Çünkü bilgi “ilm” etmiyor. “İtibar” yerine moda deyimiyle “saygınlık” parayla özdeşleştiği için, son model ithal otosuna çıkartma kağıdından yapıştırdığı “Kıroyum ama para bende” yazısıyla şehir içinde trafiğe çıkan bir kaçakçı, bir naylon faturacı, bir mafya artığı; hemen yanı başında seyretmekte olan İETT otobüsünde ve torunu yaşındaki gençlerin kaykıla kaykıla sakız çiğnediği halde, lütfedip de yer vermeyi akıl etmediği için amfisinden çıkıp evine ayakta gitmek zorunda kalan profesörden ve rotasından uzaklaşmış medeniyetten dalga geçerek intikam alıyor.


            Artık kimse saygıyı tercih etmiyor. Çünkü saygı, saygısızlığın, tek tek bütün topluma nüfuz ettiği ve böylece saygısızların, saygısızlıkları sayesinde menfaatlerin özüne kavuştuğu bir ortamda, kişiyi bu menfaatlerden mağdur eden manevi bir engel oluyor.


            Artık kimse sözünde durmuyor. Çünkü kendisine söz verenlerin sözünde durmadığı bir diyalog silsilesinde, söz veren birinin sözünde durmaya gayret göstermesi, insanı kör ebe oyununda, sürekli ebe olan zavallı konumunda bırakıyor.


            Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kısaca söylemek gerekirse artık günümüz insanı, kitaplardan vazedilen örnek insan olmak yerine, ayakta kalabilmenin yeni kurallarını öğrenip uygulayan yaratıklar olmanın peşinde.


            Global güçler, vahşi kapitalizm artık insana bu iki tercihi sunuyor. Ya “ideal insan” olarak toplumun alt katmanlarında ucube yaratıkların müstehzi, alaycı bakışlarının maskarası olur, sürünürsünüz; ya da yeni dünya düzeninin vahşi ormanında yaşamanın kurallarını öğrenip uygular ayakta kalırsınız. Siz bilirsiniz, diyor.


 


 


Saygı ve Sevgilerimle…


           


 


Cahide 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]