Sayın Nesrin Yalaz,
11.12.2006 tarihli mailinizi aldım. Efendim, işaret buyurduğunuz husus benim de bir anımı gözlerimin önüne getirdi. Sanırım geçen seneydi. Devlet tiyatroları Şinasi Sahnesinde bir Amerikalı yazarın piyesi oynanıyordu. Beş hanım bir evde kalıyordu. Konuşmaları o kadar adi, bayağı, iğrençti ki yanımda eşim de vardı, ondan utandım, yüzüm kızardı, utanç duydum. Bir de o gün bir kız okulu hep beraber piyesi görmeye gelmişti. Onların varlığı üzüntümü daha da çok artırdı. Eve gelince genel müdürlüğe hitaben bir mektup yazdım. Efendim dedim, biz tiyatroya iyiyi, güzeli görmeye, edebi, inceliği, zarafeti öğrenmeye geliyoruz. Orada sokak itlerinin çirkin, küfürlü, müstehcen konuşmalarını dinlemeye değil. İlginizi rica ediyoruz, lütfen birdaha böyle adi, aşağılık, rezil piyesler sahneye koymayın. Gelen cevap beni ağlattı: “İnsanların gülmeye de hakkı var, çok mu görüyorsunuz” diyordu bir yetkili ağız.
Nesrin Hanım, bizim gençliğimizde tiyatrolar böyle adi, böyle aşağılık, böyle pespaye değildi. O zamanlar muhteşem bir devlet tiyatrosu vardı. Muhteşem sanatkarlar vardı. Tiyatro hayatımızın bir parçası idi. Ben bazı piyeslere dört, beş kere giderdim, günlerce düşünür, piyesteki incelikleri, güzellikleri, verilen mesajları özümlemeye çalışırdım. Güzelliği bütün nüanslarıyla algılayabilmek için piyese gitmeden önce banyo yapar, abdest alırdım. Tiyatronun kapısından bir mabede girer gibi edeple, saygıyla, besmeleyle girerdim. Piyesi seyrederken kımıldamaktan ödüm kopardı. Belki hassas bir insanın konsantrasyonuna engel olmayım diye. Ertesi günü gördüğüm güzellikleri, incelikleri arkadaşlarıma anlatır, onlarla paylaşırdım. İşte gözlerimin önünde Ahmet Muhip Dranas’ın “Gölgeler” oyunu ve işte baba rolündeki Ahmet Evintan’ın sözleri:
“Ne kadar olmaz şeylerle cebelleşiyoruz Yarabbi, şu küçük küçük kavgaların, didişmelerin ne manası var. Mühim olan içimizin bizi alıp götürdüğü dünya. Hayatla karşı karşıya yapayalnız kaldığımız an mühim. Koşup koşup da vapuru, treni kaçıdığımız an mühim”. Nesrin Hanım, bu piyesi beş defa görmüş, yine tadına doyamamıştım. Nice zamanlar rüyalarıma girdi. Ahmet Evintan’ın söylediği sözler bir mısra gibi dudaklarımdan eksilmedi.
Durum böyle efendim, ne zaman Cüneyt Gökçer genel müdür oldu, hanımı Ayten Gökçer’le beraber Profesör Carl Ebert’in kurduğu o canım tiyatroyu perişan ettiler, darmadağın ettiler. Ayten Gökçer’in sonu gelmez kaprisleriyle o büyük sanatçılar birer birer hayata küstüler, emekliye ayrıldılar. Ondan sonra da tiyatro bu hale geldi. Artık insanlar tiyatroya gitmekten utanır oldular.
Nesrin Hanım, ben katiyyen bedbin, karamsar, umutsuz bir insan değilim, ama bu memleketin ekmeğini yiyen, suyunu içen bir kimse olarak ne pahasına olursa olsun doğruları söylemeye de mecburum. Nazım Hikmet ne güzel söylemiş:
“Ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...”
Efendim, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyor, yeni maillerinizi bekliyorum.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Türk Tiyatrosunun Katilleri Yazan Nesrin Yalaz
Cvp: Türk Tiyatrosunun Katilleri Yazan Sabri Tandoğan