Çok Sevdiğim Büyüğüm
Müsaadenizle…
18.12.2010 tarihli Cumartesi Toplantısı
Devam:
7.Kesim
(Bir Gönül Dostu, limon satan ilginç bir zâttan bahsediyor ve insanların dış görünüşleri ve iç dünyaları ile alakalı soruyor)
S.Tandoğan- Yavrum böyle birçok tipler var. Bir konferansta yıllarca evvel birisi bana sordu, dedi ki, “Siz Ankara Hukuk Fakültesinde mi okudunuz?”, “Evet” dedim. “En çok hayran olduğunuz profesör kimdi?” dedi. “Valla,” dedim “hayran olduğum bir profesör yoktu ama kapıcı İrfan Efendi vardı, ben ona hayrandım.” dedim. Adam şöyle baktı, “Siz benimle alay mı ediyorsunuz”, dedi. “Yoo,” dedim “ciddi söylüyorum. Sonra İrfan Efendinin özelliklerini ona anlattım, adam ağlamaya başladı.”
Ben o kapıcı İrfan Efendi gibi beyefendi, kibar, asil, zarif daha hiç kimseyi görmedim yavrum. Onun için kimde ne var bilinmez ki yavrum. Belki de o senin bahsettiğin limon satan zât, evliyadan bir zâttı.
Kapıcı İrfan Efendi de öyleydi; bir sual sorardık, hemen ayağa kalkardı, ceketini iliklerdi. Öyle cevap verirdi. Biz o zaman talebeyiz, hani hiçbir resmi sıfatımız filan yok. Gariban talebeleriz. Ama ayağa kalkardı, ceketini iliklerdi öyle konuşurdu. Ona öyle bir saygı duyardım ki...
8.Kesim
(Bir Gönül Dostu söz açılınca damak tadı ve olgunlaşma arasındaki ilişki ile alakalı sorusunu soruyor)
S.Tandoğan- Yavrum işin özetinin özeti şu: İnsan problemlerinden, önyargılarından, takıntılarından, peşin hükümlerinden kurtuldukça beyin rahatlamaya başlar. Bizim beynimizin güzel, rahat çalışmasını önleyen hep bu saydıklarımızdır. Yani peşin hükümlerdir, takıntılardır... İnsan bu takıntılarından, önyargılarından kurtuldukça beyin ferahlar, rahatlar, huzura kavuşur. Beyin huzura kavuşunca insan hem güzellikleri algılamaya başlar, hem de çeşitli lezzetleri duyumsamaya başlar. Bu son derece önemli bir şey. Mesela mahkemeye gidiyor karı-koca, diyorlar ki “biz bıktık birbirimizden, biz ayrılacağız.” Olay şu: Onların kafaları o kadar dolu ki birbirlerinin güzelliklerini göremiyorlar. Anlatabildim mi? O beyin ferahladıkça, rahatladıkça, o zaman güzellikleri de algılamaya başlar, lezzetleri de duyumsamaya başlar. Kafası karmakarışık bir insanın önüne en güzel yemeği getir, yok... Ben hani denedim birçok kereler, yemekten sonra soruyorum, “Yemek nasıldı?” diyorum, “Ne bileyim ben”, diyor. Mesela bir gün biriyle dışarıda çok nadir lezzette bir et yedik, elimizi yıkamaya lavaboya gidiyoruz, orada “yemeği nasıl buldun”, diye sordum, “Ne yemeği” dedi. Yaa yediğimiz yemek kardeşim. Emin olun, “ne bileyim ben, yedik işte bir şeyler” dedi sonra.
9.Kesim
Bir Gönül Dostu- Efendim halk arasında da sıkça kullanılır, “Allah isteyince Veriyor” derler. Bu tam olarak doğru mudur? Bir de, hani biz neyin hayırlı olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Hayırlı olmasa da, çok istediğimiz bir şey bize Allah tarafından Verilir mi?
S.Tandoğan- Yavrum bazen ders olarak verilir. Mesela benim Danıştay’da beraber çalıştığım bir arkadaşım vardı. O mülkiyede okumuş. Her gün mülkiyenin önünde, belli saatte bir genç kız gelir gidermiş. Benim arkadaşım bu kıza aşık oluyor, olur ya. Kız Cebeci’de oturuyor. Arkadaşım bu kızı ailesinden istetiyor. Aile kıza soruyor, kız istemem diyor. Benim arkadaşım da Allah selamet versin, tam bir çam yarması. Yürüyüşü, hareketleri… Kız da o zamanların Gazi Terbiye Enstitüsünün Resim Bölümünde öğretmen okulunda okuyor. Böyle narin, minyon, incecik bir kız. İstemem, diyor. Arkadaşım bir daha istetiyor. Bir daha istetiyor, bir daha istetiyor. Beş kere istetiyor, “olmaz” diyor kız. Bu sefer altıncı defa, mülkiyeden bir hocasını gönderiyor kız istemeye. Ona da hayır diyorlar. Arkadaşım yedinci defa Bedri Gürsoy’u gönderiyor. Sonradan o Maliye Bakanı oldu. Mülkiye’de Maliye Profesörüydü. Çok tatlı dilli, güler yüzlü bir adamdı. O gidiyor, allem ediyor kallem ediyor kızı iknâ ediyor. Evlendiler. Bu arkadaşım da maddi yönüyle, parasal yönüyle Danıştay’ın en zengin insanıydı. Evlendiklerinin ilk gecesinde kadın hastalanıyor. Acile kaldırıyorlar. Sonra mütemadiyen bu hastalıklar devam etti. Hastane, doktor, laboratuar... Ömürleri böyle geçti.
Bu beni uzun uzun düşündürdü. Bir şeyi ısrarla istemek, ısrarla istemek, ille olacak demek her zaman iyi netice vermiyor ki. İşte benim arkadaşım yedi kerede nihayet kızı aldı. Kızı aldı ama bağrına basamadı. Ve aradaki soğukluk hep sürdü...
Ne demek istediğimi anlatabildim mi yavrum? Bazen çok istediğin zaman Allah Veriyor da hayrını göremiyorsun.
Hiçbir şeyi yavrum, iş hayatında, aşk hayatında, sosyal hayatta hiçbir şeyi ısrarla, aşırı bir şekilde istememeli. Allah hakkımda hayırlıysa Versin deyin... Ben Rânâ’ya evlenme teklif etmeye giderken öyle dedim; “Allah’ım” dedim, “hakkımda hayırlıysa olsun” dedim. “İlle olsun” demedim. Çok tehlikeli bir şey yavrum. Allah Veriyor ama öyle bir Veriyor ki...
Bir Gönül Gostu- O zaman Efendim rahmetli Rânâ annemiz size hayır deseydi siz kabullenecektiniz?
S.Tandoğan- Gayet tabii yavrum, gayet tabi. Hani ben de intihar edecek değilim Rânâ hayır dedi diye. “Demek ki kısmet değilmiş” diyecektim.
Aynı Gönül Gostu- Israr etmeyecektiniz yani değil mi Efendim?
S.Tandoğan- Hayır. Hayatımda hiçbir şeyde ısrar etmedim yavrum. Hiçbir şeyde. Olaylara göre tavır takındım. “Teklif var, ısrar yok” Azize Annenin kuralı bu. Bunu yazın çocuklar, bu çok güzel bir söz. Ve hayatınızda uygulayın; teklif var, ısrar yok. Ne olursa olsun; aşk, evlilik, iş hayatı... Mesela bir yerde bir sınav açıldı. Çok güzel bir iş. Sınava gidiyorsun, dua ediyorsun yolda; “Allah’ım ille kazanayım, ille kazanayım” deme yavrum. “Allah’ım hakkımda hayırlıysa nasip Et...” de.
Benim hayat kuralım budur yavrum.
Bir Gönül Gostu- Efendim bazılarının hep kızı olur, ille oğlan olsun diye ısrar ederler.
S.Tandoğan- Çok yanlış yavrum. İlle kız olacak, ille erkek olacak demek, hiç hayatı anlamamak demek. Öyle kız evlat vardır ki, babacığım, anneciğim diye çırpınır. Öyle erkek evlat vardır ki, “Baban hasta” derler, “Gebersin moruk” der. Hep görüyoruz bunları. Oğlan oğlan diye böyle şımartılıyor, şımartılıyor... Niçin, çocukta da kabahat yok. Sevgi başka, şımartmak başka. Sevgi çok güzel bir şey, dünyanın en güzel olayı. Ama şımartmak, sade çocuğu değil, eşi de şımartmak. Bir kadının kocasını şımartması veya bir kocanın karısını şımartması. O da doğru değil. Eşimizi sevelim, çok sevelim ama şımartmayalım. Ne olur şımartırsak? Tokatı geliyor yavrum.
(devam edecek...)