Aziz Büyüğüm, Çok Değerli Dostlar,
Çok hayırlı, bereketli, af ve mağfiret vesilesi Ramazan günlerini lâyıkı ile değerlendirerek en güzel paylaşımlarla, edep içinde yaşayanlardan olabilmek duası ile hepinize Merhaba.
Bugün dilerseniz bu rahmet dolu günlerin bereketiyle Allah Dostlarının hayatlarından bazı güzellikleri birlikte yaşayalım…
ALLAH DOSTLARININ HAYATLARINDAN ÖRNEKLERİYLE EDEP
Bulunduğu yere güzellik katan bir unsur Edep, insanı hayvandan ayıran en belirgin özellik… Hiç şüphe yok ki edebin en güzel örneklerini yaşayanlar da Allah Dostları…
Tasavvuf yolunun büyükleri “Amelde edep, onun kabûlüne işarettir.” demişlerdir. Bazı camiler ve dergahlarda girişte edebin müstesna inceliğine davet eden “Edep, Ya Hu!” levhalarına yer verilmiştir…
Osmanlıda aile yaşantısı da edebin en ince örnekleriyle bilinir. Bu terbiyede "Kapıyı kapat!" denilmez, Allah (c.c.) kimsenin kapısını kapatmasın diye düşünülür, onun yerine “Kapıyı ört ya da sırla" denilirmiş. Kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi edebdenmiş. dışarıda bekleyen kedinin bile yüzüne kapı kapatılmaması edepten kabul edilir, “İsteyeni boş çevirme, güzel bir sözle dahî olsa onun gönlünü al, güler yüz göster. İleride Allâh’a mülâki olacağını düşün.” denilirmiş.
Allah Dostlarına göre edep, ilimden üstündür…
Hz Ömer (radıyallahu ahn); “Edeb ilimden önce gelir.“ Buyurmuştur. Tasavvuf yolunun büyükleri de “Kişinin edebli olması tüm dünya servetinden daha hayırlıdır.” diyerek edebin hayatın bütün unsurları içindeki üstünlüğüne işaret etmişlerdir.
“Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” diyen edep timsali olan büyük Yunus da edebin ilme üstünlüğünü ne güzel anlatır:
“Ehl-i diller arasında aradım kıldım taleb.
Her hüner makbûl imiş, illâ edeb, illâ edeb”
Edep, insanı her kötülükten koruyan bir zırh gibidir.
Aziz Mahmud Hüdai Hz.
“Edep bir tac imiş Nûr-u Hüda’dan
Giy o tacı, emin ol her beladan”
Beyitiyle bu gerçeği ne güzel anlatmışlardır.
Şüphesiz edebe en çok layık olan Cenab-ı Hak’tır. Bir veli zat bir gün halkın bir delikanlıyı linç etmek için toplandığı bir meydana gelir. Bakar halk genci ortasına almış taşlıyor ancak gençten en ufak bir feryad sesi yok. Merak eder, yaklaşır, “Nasıl oluyor da der bu kadar işkence altında hiç feryad, figan etmeden durabiliyorsun?” Genç başını kaldırır, nasıl feryad edebilirim, sevdiğim kız seyredenlerin arasında…” Bunu duyan velî zat derin bir Ahh çeker, “Biz der her an en sevgilinin huzurundayız da yine de yakınmalar içindeyiz… Sonra kendinden geçer…”
Sevginin edebini en güzel şekilde tarif eden Resulullah Efendimiz “Bir şeyi sevmen, kör ve sağır eder” Buyurmuşlardır. Bazı manevi büyükler bu Hadisi, sevgisinde samimi kimse sevdiğinde kusur göremez şeklinde anlamışlardır.
Manevi Büyüklere gösterilmesi gereken edep ise manevi tekamül yolculuğunun ilk basamaklarından kabul edilmiştir. Bu konuda Ahmed er-Rifâî Hz. “Efendiler! Evliyâullâh’a yakınlık peydâ etmeye çalışın. Çünkü Allâh’ın velîsini seven, Allâh’ı sevmiş; O’na düşmanlık eden, Allâh’a düşmanlık etmiş olur.” Buyurmuşlardır.
Allah dostlarından feyiz alabilmek ihlas, edep ve yaşantısını tam olarak örnek almak olarak tarif edilir. Allah dostları hakkında edebe zıt hareketi olan talebeye manevi büyüğünün feyizle dolu iç alemi meyletmez. Bu manevi akışın yoğunluğu talebeninin şüpheden, gösterişten uzak ihlaslı muhabbetine bağlıdır. Manevi büyüklerin halleri edep ve muhabbetin zirvesine ulaşan talebenin kalbine akseder…
Bu konuda en güzel bir örnek teşkil eden Ashâb-ı Kirâm, Resulullah Efendimiz’e (SAV) ’e karşı duyulması îcâb eden hürmet ve edep hissiyâtının en muhteşem örneklerini sergilemişler ve Efendimiz’in sohbetlerinde büründükleri huşû ve edep hâlini:
“Sanki başımızın üzerinde bir kuş var da kıpırdasak uçuverecek zannederdik.” şeklinde ifâde etmişlerdir.
“Edep ve Haya Abidesi” Hz Osman Efendimizin RA, evinde iken kapısı kilitli dahi olsa sıcaktan bunaldığında banyo yapma ihtiyacı hissederse üzerindeki elbiseleri çıkarmayıp suyu elbiselerin üzerinden dökerek serinlediğini Hz Aişe RA validemiz rivayet etmişlerdir.
Şâh-ı Nakşibend Hz., yoldan geçerken, Allâh’ın herhangi bir mahlûku karşısında olduğu yerde durur, önce onun geçip gitmesini bekler, ondan evvel adım atmazlarmış. Bu hâl üzerine sonra onların inilti sûretinde çıkardığı seslerle Hakk’a yakarış içinde olduklarını fark edip, hissetmeye başladığını anlatmışlardır.
Süfyan-ı Sevrî Hz., mescide giderken bir defasına sol ayağı ile girince “ Ya Sevr niçin sağ ayağınla girmezsin? “ ikazını duyunca baygın düşer. Ayılınca çok hayıflanarak “ Bir sünneti terk ettim diye adımı Sevr (sığır) koydular. Daha fazla edebsizlik edersem acaba ne derler? “ diyerek üzüntülerini anlatmışlardır.
Evliyanın büyüklerinden Merkez Efendi Hz.’ne sorulur: “Efendim, dergahın her yeri fare dolu, niçin kedi beslemiyorsunuz? Hazret, “O zaman,” der, “Allah’ın mahlukatı arasında taraf tutmuş oluruz.”
Son devrin en büyük Osmanlı sultanlarından şehit Abdülazîz Hân’ın Resulullah Efendimize olan hürmeti şöyle anlatılır:
Bir gün hasta yatağında sararmış ve mecalsiz bir halde yatarken kendisine:
“–Medîne-i Münevvere halkından bir dilekçe var!” denilir.
Abdülaziz Hân yâverlerine:
“–Derhal beni ayağa kaldırınız! Harameyn’den gelen talepleri ayakta dinleyeyim! Allah Rasûlü’ne komşu olanların talepleri, böyle ayak uzatılarak edebe mugâyir bir şekilde dinlenemez!..” diyerek güçlükle ayağa kalkarlar.
Misafir kaldığı evde gece kendisine tahsis edilen odada Kur’an-ı Keriym bulunduğu için Osman Gazi’nin ayaklarını uzatmaktan hayâ ettiği, sabaha kadar gözünü kırpmadığı anlatılır.
Nasreddin Hoca’nın eşeğe ters binmesinin arkasında da büyük bir İslamî bir edeb yattığı, öğrencileri yolda kendisine soru sorarken onlara arkası dönük şekilde cevap vermemek için eşeğe ters bindiği söylenir.
Fatih’in Türbedarı büyük veli Ahmet Amiş Efendi Hz, bir veliyi ziyarete giderlerken bir müddet ayakkabılarını çıkarır, o halde yürürlermiş.
Bediüzzaman Hz.’nin yumurtayı ucundan çok az kırdığı, fazla kırmayı onu incitmek olarak gördüğü ve incitmenin hiçbir türünü sevmediği anlatılır.
Hak Dostlarından Mahmud Sami Ramazanoğlu’nun ayaklarını uzatmak şöyle dursun, bağdaş dahi kurmadığı, sırtını bir yere dayayarak yemek yemediği ve kapısında yemek bekleyen köpeğe dahi “Köpek “ demeyip “Birisi yemek istiyor “ diye bahsettiği anlatılır.
Yakın dönem Hak Dostlarından Bandırmalı Ali Efendi Hz. yoldaki bir taşı kenara çekmek için ayakla itmeyi doğru bulmaz, eğilir edeple taşa önce “destur” der, sonra Besmele ile kenara çekerlermiş, “her şey canlı, hürmet etmek lazım” derlermiş.
Ömrünün son günlerinde bile kendisine bir yerden telefon geldiğinde mesela Ankara’dan geliyorsa, kalçaları kırık olduğu halde ayağa kalkar, Ankara istikametine döner, konuşması bitene kadar edeple ayakta beklerlermiş.
Ve bir edep örneği de Sayın Büyüğümüz, Sevgili Babamız, Hocamız Sayın Sabri Tandoğan’dan aktaralım müsaadenizle:
Sayın Büyüğümüzün bir süre önce kırılan gözlüğünü yapıştırılmış haliyle hâlâ kullanmaya devam ettiğini, yeni gözlüklerini henüz kullanmadığını fark ederek, bir sorun olup olmadığını anlamak üzere soruyoruz:
-Efendim, yeni gözlüklerinizi yüzünüzde göremiyoruz??
-Öyle işte yavrum…
- Efendim, eski gözlüklerinizi çok seviyorsunuz anlaşılan?
- Yavrum, o gözlükler bana yirmi yıl hizmet etti, öyle hemen bırakamam kırılmış olsa bile. Üzerimde hakkı var…
…
Kaynaklar:
-Edep Ya Hu/Allah Dostlarının Örnek Ahlakı, Sireceddin Önlüler, Semerkand Yayınları.
-Edep Mektebinden Hatıralar, Haluk Sena Arı, Nesil Yayınları.
- http://forum.memurlar.net/konu/962407/
***
Çok Değerli Dostlar, manevi büyüklerin her hali bir edep örneği ve saymakla tükenecek gibi değil… Sunabildiklerimiz deryadan bazı damlalar misali... İnşallah hayatımıza yansıtabilmek nasip olur niyazında bulunarak, Hızır Aleyhisselâm’ın yapılmasını tavsiye ettiği bir duası ile tamamlayalım müsaadenizle:
"Allâh'ım! Sana kulluk yapmam husûsunda bana güzel edep ihsân eyle."
Efendim, hepinize her anı hayırlarla, feyizler ve esenliklerle dolu günler...
En kalbî saygılar ve sevgiler…
Çiğdem Seçkin Gürel