Çok Sevdiğim Büyüğüm
Müsaadenizle…
18.12.2010 tarihli Cumartesi Toplantısı
Devam:
10.Kesim
Bir Gönül Dostu- Efendim iş yerinde bir arkadaşım bana “her doğru her yerde söylenmez” dedi. Ben de sizin kitaplarınızda, doğru ölüm pahasına da olsa söylenmelidir diye okumuştum. Bu konuda sanıyorum bir incelik olacak, bizi aydınlatır mısınız?
S.Tandoğan- Anlatayım yavrum. O sözün aslı, İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerine ait. O mübarek Sultan diyor ki: “Her söylediğiniz söz doğru olsun, ama her doğru sözü her yerde söylemeyiniz.”
Mesela sen doktorsun, hastaya götürdüler seni, gittin. Muayene ettin hastanı, tıbbi verilere göre üç dört günlük ömrü kalmış hastanın. Şimdi ille bunu söyleyeceğim diye; “Kardeşim, senin üç dört günlük ömrün var, sonra öleceksin” demenin bir âlemi var mı yavrum? Soruyorum sana.
Mesela bir karı-koca boşanma aşamasına gelmişler. İki taraf da avukat tutmuş. Sen gidiyorsun, taraflarla bir konuşma yapıyorsun. Diyorsun ki bak kardeşim, darılma gücenme ama, karın seni o kadar çok seviyor ki, geçen gün bizim hanıma demiş ki, ‘ben kocamdan ayrılsam da, toprağa girsem de gene onu seveceğim...’ lafa bak lafa (Gülüşmeler) Öbürüne gidiyorsun mesela, ona benzer güzel sözler söylüyorsun. Hâlbuki böyle bir şey söylenmemiş, aslı faslı yok. Onun üzerine iki taraf da boşanmaktan vazgeçiyor, her zamankinden daha güzel bir şekilde evliliklerine devam ediyorlar. Söylediğin söz doğru değil, ama niyetin doğru.
Hani ben hatırlarsın, bir mesleki problemi halletmiştim. Kimsenin halledemediği bir problemi: Bir tüzük müzakeresi oldu, iki üye muhalif kaldı. İkisi de muhalefetini yazdı. Biri diyor ki, bu muhalefette şu cümle olduğu sürece ben bunu imzalamam. O imzalamazsa tüzük hukuken batıl oluyor, çıkmamış oluyor. Ve zamanın başbakanı ikide bir başkana telefon ediyor, bir an evvel çıkarın gönderin diye. Başkan rica ediyor o üyeden, hayır diyor ben vazgeçmem. Araya onun eşini dostunu koyuyorlar, hayır, vazgeçmem diyor. Başkan istifanın eşiğine geliyor. Birisi diyor ki bu meseleyi ancak Sabri Bey çözebilir. Beni çağırdı başkan. “Buyurun efendim” dedim. Durum böyle böyle Sabri Bey, dedi, ocağına düştük, bize yardımcı ol. “Olur başkanım” dedim. O inatçı, imzalamam diyen üyeye gittim, dedim ki, efendim, sizinle beraber muhalif kalan üye diyor ki, o öyle bir muhteşem muhalefet yazmış ki, Kızılay’a bir mermer levha üzerine altın harflerle yazmalı. Adamın ağzı böyle yayıldı, gülümsemeye başladı. Devam ettim, diyor ki, dedim, o bir hukuk abidesi ortaya koymuş, böyle bir kimseyle aynı çatının altında çalıştığım için iftihar ediyorum. Adam iyice gevşedi, gevşedi, “yalnız sizden ufacık bir ricası var” dedim. Diyor ki dedim, o cümleyi çıkarıversin. Hiç itiraz etmeden “Çıkartırım ne olacak ya, cümlenin lafı mı olur!” dedi.
Olay bu işte yavrum. Halbuki ne öbürünün haberi var bundan, ne öyle bir şey söyledi. Ama mühim olan bir an evvel tüzüğün başbakanlığa gitmesi. (Sayın Büyüğümüz, bu tüzüğün halkın yararına, Hak namına çıkması gereken bir tüzük olduğu bilgisini de bizlerle paylaşıyor)
Mesele bu melek yavrum, yani doğru söz söyleyeceğim diye...
Şimdi mesela diyelim sen bir avukat olarak meslektaşlarınla bir arkadaşınızın yazıhanesinde bir araya geldiniz, çay içip sohbet ediyorsunuz. İçinizde bir hanım var, eşinden ayrılmış, çok büyük fırtınalar koparak ayrılmış, bütün dünyası yıkılmış, böyle ayakta duracak hali yok. Şimdi bir başka hanım da yeni evlenmiş, o kadar mutlu, o kadar mutlu ki, böyle göklere uçuyor. Şimdi oturup o eşinden ayrılan, ıstıraplı hanımın yanında “ay ben ne kadar mutluyum, benim kocam ne kadar iyi bir adam” filan demenin bir anlamı yok. E, bu doğru değil mi, doğru. Ama söylenmez. Onun için İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri buyuruyor ki, “Her söylediğiniz söz doğru olsun, ama her doğru sözü her yerde söylemeyiniz”