Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Sayın Büyüğümüzün İstanbul 2011 Sohbetlerinden Notlar-1
Gönderen : Çiğdem Seçkin Gürel
Tarih : 8/19/2011 4:08:50 PM




 


 


 


Aziz Büyüğüm; Çok Sevgili Babacığım ve Saygıdeğer Gönül Dostları,


 


Hepinizi çok iyi olmanızı dileyerek en güzel duygularla selamlıyorum.


 


Bugün sizlerle Sayın Büyüğümüzün İstanbul sohbetlerinden derlemeye çalıştığımız notları paylaşıyoruz.


 


 


Ramazan günlerinizin sevinç, mutluluk ve sonsuz feyizlerle dolması duası ile…


 


 


 


Çiğdem Seçkin Gürel


 


 


 


SAYIN BÜYÜĞÜMÜZ SABRİ TANDOĞAN’IN GÖNÜL SOHBETLERİNDEN NOTLAR-İSTANBUL 2011


 


Bir Gönül Dostu:


 


-Efendim, bazı sohbetlerinizden yola çıkarak muhterem eşiniz rahmetli Rana Hanım’la her konuda birlikte hareket ettiğinizi anlıyoruz, doğru mu?


 


-Evet yavrum, biz Rana Hanım ile 44 yıllık beraberliğimizde birimiz nereye gittiysek diğerimiz de oraya gitti. Hep birlikte gittik nereye gidiyorsak, hep birlikte hareket ettik. Ben Rana’yı filan yere bırakayım da ben başka yere gideyim diye düşünmedim. Bu aynı şeyleri düşünmek, aynı şeyleri hissetmekten ortaya çıkan bir durum. Bir sabah yürüyüşüne gidilecekse birlikte gidilmeli. Bir ziyaret yapılacaksa beraber yapılmalı. Benim bildiğim öyle ayrı ayrı tellerden çalınmaz. Biz Rana ile dünyayı dolaştık, hiçbir zaman aramızda bir fikir ayrılığı çıkmadı. Rana mesela derdi ki bizim filan tanıdıklara gidelim, Hay hay Rana’cığım derdim, Rana da benim tekliflerime olumlu bakar, Tamam Sabri’ciğim gidelim der, beraber gider, dönerdik.


 


-Efendim, sürekli bir arada olmayalım, bazı şeyleri yalnız halledersem daha iyi olur düşünceniz olmaz mıydı?


 


-Yoo, hiç olmadı. Biz Rana ile hep birlikte olmak istedik, her işimizi beraber hallettik.


 


-Efendim, o zaman hani seven insanların sürekli birbirine yakın olması doğru değildir, birbirinden zaman zaman ayrı kalması iyi olur, uzak kalmak da aradaki sevgiyi artırır gibi yaklaşımlar çok doğru değil o halde?


 


-Ben o görüşe katılmıyorum. Ben Danıştay’da Rana’yı saat başı arardım, çünkü onu sürekli özlerdim. Biz saat başı hasret giderirdik. Bir tek gün yetti gayri demedim. Hep Rana ile beraber olmak istedim. Danıştay’da bize isim takmışlardı, yapışık ikizler diyorlardı.


 


Bir Gönül Dostu:


 


-Efendim, ben bazen eşime öyle büyük bir sevgi duyuyorum ki, sonra Allah’ım beni affet diyorum.


 


-Yok yavrum öyle bir şey. Sevginin fazlasından korkmamalı… Sevginin fazlası bizi Allah’a götürür. Ama bu sevgi eşe duyulur, anneye duyulur, Fenerbahçe’ye duyulur (Sabri Baba gülüyor: “Benim gibi yani…J” )


 


*** 


 


S.T.: Biz Allah’ın hangi nimetlerine layığız ki başka şeyler istiyoruz?


 


***


 


Kimseyle konuşmayacaksın verdiğin veya aldığın kararları. Mesela rejim yapmaya karar verdin, ben rejim yapmaya karar verdim diye sağa sola duyurmayacaksın, o zaman etraftan gelen sorular, merak o kararı uygulamayı zorlaştırıyor.


 


*** 


 


Bir kimsede edep, sabır ve şükür varsa o kimse tekamül yoluna girmiş demektir.


 


***


-Efendim, edep nedir?


 


- Yavrum, bir gün bir kız çocuğunu annesi bakkala gönderiyor, bir paket çivit al diyor. Çivit hanımların çamaşır yıkarken kullandıkları bir madde. Çocuk gidiyor, bakkaldan çivit alacak ama o anda hiç istemeden gaz çıkarıyor. Çok utanıyor, çok mahçup oluyor. Bakkal onu mahçup etmemek için yavrum diyor, benim kulaklarım sağır, ne dediğini duyamıyorum. Ve son nefesini verene kadar o çocuk mahçup olmasın diye sağır rolü oynuyor. İşte edep bu…


 


 *** 


 


Çocuk yetiştirilirken onun her yönden gelişmesi, görgü ve kültürünü artırması için gayret göstermek lazım.


 


Ben ilkokul dörtten beşe geçmiştim. Anneme Edirne’deki Selimiye Camiinin fotoğrafını gösterdim. “Anne, ne kadar güzel bir camii baksana” dedim. Annem durdu, düşündü. “Selimiye’yi görmek ister miydin?” diye sordu. “İstemez miyim anne,” dedim. “Kalk o zaman, Edirne’ye gidiyoruz.” dedi annem. Kalktık gittik.


 


Annem her şeyi bana göstermek, öğretmek, beni çok yönlü yetiştirmek istedi. Bendeki tecessüs duygusunu hep destekledi. Bugün sabahleyin, TV yi seyrediyordum, Sudan’ı gösteriyordu. O kadar sevindim ki, ne güzel, şimdi orayı gezmiş gibi olacağım diye düşündüm.


 


Çocuk sürekli oturup kaldıkça aptallaşıyor, yerinde oturup kalıyor. Bir insan İstanbul’a gelecek ama çocuklarını bir Süleymaniye’ye, Dolmabahçe Sarayına… götürmeyecek. Benim bunu aklım, hafsalam almıyor. 


 


*** 


 


(devam edecek…)


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]