Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Cumartesi Sohbetlerinden Notlar-7
Gönderen : Melih
Tarih : 8/21/2011 9:40:50 AM


 



Çok Sevdiğim Büyüğüm,



 


Müsaadenizle...


 


04.06.2011 Tarihli Cumartesi Toplantısından Notlar


 


(1 ve 2. Kesim)


(Evrenin bütünlüğünden ve her şeyin birbirinden etkilendiğinden, birbirine bağlı olduğundan konuşuluyor, Sayın Büyüğümüz söze başlıyor)


S.Tandoğan- Şimdi ben bir televizyon konuşmasında bir cümle sarfetmişim, demişim ki, “Bir tebessüm bütün dünyayı dolaşır”. Telefon çaldı, tanımadığım bir ses, “Ben İstanbul’dan telefon ediyorum, psikolog Suna Tanaltay” dedi. “sizin cümlenizi duydum, o kadar hoşuma gitti ki, müsaade edin ben bu cümleyi yazılarımda, konuşmalarımda kullanayım” dedi. "Tabii hanımefendi, şeref verirsiniz" dedim. Yani hakikaten yavrum, ince ince hesap edecek olursak, bir tebessüm bütün dünyayı dolaşır. Ondan ona, ondan ona, ondan ona...


Birinin gönlünü kıralım, kalbini incitelim, ne oluyor biliyor musun yavrum? Biraz sonra biz de içimizde bir sıkıntı duyuyoruz. Yaa diyoruz, bana kimse bir şey demedi, kimse bir şey yapmadı. Bu içimdeki sıkıntı nedir? Biz birinin kalbini kırdığımız zaman, Allah da bizim kalbimizi Kırıyor yavrum.


Bir Gönül Dostu- Efendim müsaade ederseniz bu konuyla ilgilil bir şey söylemek istiyorum. Benim askerdeyken yaşadığım bir şey efendim. Ben komutanın hemen karşısındaki odada kalıyordum, yani bölüğün en büyük komutanının. Çaycı vardı, bir sebepten dolayı haksız yere kızdım ona. Ama biraz ağır bir şekilde kızdım. Bir şeyi geç yaptı, ama o kadar kızılacak bir mesele değildi. Aradan iki dakika geçti, bu sefer bir şey için komutan beni çağırdı. O da aynı şekilde hiçbir suçum yokken iyice bir beni azarladı. Tam iki dakika sonra.


(Sayın Büyüğümüz gülerek)- Faturasını ödettiler. Öyle yavrum, hayat öyle. Şimdi insanlar aradaki illiyet rabıtasını kuramıyor. Ya bu ne biçim subabay, ben ne yaptım da beni azarladı gibi sözler söylüyor. Bunlar hep birbirine bağlı.
Mesela ben merak ettim. Hepiniz geçen sene televizyonlarda gördünüz. Gazetelerde okudunuz. Bir profesör annenin boğazını, kızı, kesti bıçakla. Böyle kurbanlık koyun gibi annesinin boğazını kesti. Bir hukukçu olarak bana merak oldu. Yani annesine sert çıkabilir, bağırabilir, küsebilir. Fakat annenin boğazını kesmek benim o güne kadar hiç duymadığım, görmediğim bir olay. Merak ettim inceledim. Araştırdım, araştırdım, yakınlarını buldum. Meğer bu profesör hanım hiç eviyle, çocuklarıyla ilgilenmezmiş. Onların üzüntüleri, sıkıntıları, ıstırapları, gözyaşları hiç bu anneyi ilgilendirmezmiş. Onun aklı fikri kariyerindeymiş. İşte doçent olacağım, ondan sonra profesör olacağım... Çocuk da hep buna içlenirmiş. Yav dermiş bu benim annem, benim hiçbir ıstırabımı dinlemiyor, ortak olmuyor, yardımcı olmuyor. İçine ata, ata, ata bu sefer intikam almak yoluna gitmiş. Neylen öldüreyim demiş, öyle bir öldüreyim ki intikamım alınsın demiş. Aklına bıçak gelmiş. Gitmiş mutfaktan bıçak almış, onunla annesinin boğazını kesmiş.


Ne televizyonda, ne gazetede böyle bir şey göremezsiniz, bulamazsınız. Bu da benim dedektifliğim. Her şey karşılığını buluyor. Her şey. Şimdi mesela şu arkadaşımız eksik olmasın, orada bekliyor, bize yardımcı olmak için. E ben ona kabaca seslenirsem ne olur? Yarına varmadan birisi de gelir bana kabaca seslenir. Çünkü bunun bir kabahati yok ki. Hayat böyle. Onun için biz son nefesimizi verinceye kadar büyük-küçük, genç-ihtiyar, erkek-kadın demeden herkese son derece saygılı bir şekilde muamele edelim. Mesela ben Danıştay’dan ayrılalı on iki sene oldu. İçinizde de dedektiflik yapmak isteyen varsa, gitsin Danıştay’daki odacılara sorsun. Desin ki, Sabri Bey size nasıl davranırdı. Hepsinden alacağınız cevap şudur: “Sabri Bey bize, biz bir hükümdarmışız gibi davranırdı.” E ne kaybettim? Hepsi beni severdi, hepsi bana hizmet etmek için çırpınırdı. Bir çay isterdim, kaç kişi çay getirirdi. Hayat böyle yavrum. Mesela ben evlendim, Rânâ Hanım ile kırk dört yıl evli kaldım. Ben hakimdim, o savcıydı. Bir kere ben Rânâ’nın önünde ayak ayak üstüne atarak oturmadım. Hürmetimden. Bir kere ben Rânâ’ya, “Git bana bir su getir” demedim. Kalkar kendim içerdim, gelirken de elimde bir bardak su, “Rânâcım, su içer misin?” derdim. Ne kaybettim? Buna mukabil işte, bizim aile hayatımızı tanıyanlar var içinizde, onlara sorun, Rânâ da bana her zaman bir hükümdara hitap eder gibi hitap etti, bir krala davranır gibi davrandı. Karşılıklı sevgi, saygı ile kırk dört yılımız bitti. Rânâ’yı Karşıyaka mezarlığına defnettim. Onun yanında kendime de yer yaptırdım. Benim mezarım da yapılı ha, aklınızda olsun. Şimdi bir taşın üstü yazılacak, o kadar. Taşımı bile koydum, ama Rânâ’nın yanında. Aman beni başka yere gömmeyin ha, sonra obür tarafta davacı olurum. (Gülümsemeler) Mesele bu işte yavrum. Şimdi burada, şu mübarek sofrada toplandık, şu mübarek insanlar bize yardım etmek için çırpınacaklar. E biz niye onların kalbini kıralım, niye onlara kaba davranalım, var mı bir sebep? E davranırsak ne olur, haaa, davranırsak tokat gelir arkadaş. En fazla bir gün iki gün arayla tokat gelir. Hem de hiç ummadığın bir kimseden. Onun için aman dikkat edelim hayat yolunda, herkese, ama herkese bir hükümdar gibi muamele edelim. Diyeceksiniz ki iyi ama babacığım herkes buna layık mı. Layık olsun olmasın, biz edelim.


Bir Gönül Dostu- Efendim, başımıza gelen kötü bir olayda hep şöyle mi düşünmeliyiz: Eğer başımıza böyle bir olay geldiyse, biz daha önceden kesinlikle bu olayı hakkedecek bir davranış içinde bulunmuşuzdur?


S.Tandoğan- Tabi yavrum. Faturasını ödüyoruz.


Aynı Gönül Dostu- Olayın ne olduğunu da düşünelim mi yoksa...?


S.Tandoğan- Sana bir şey diyeyim mi yavrum, düşünme. Yani düşüncelerimiz daima pozitif olsun. O arada, onu tespit edelim derken bazılarının günahını alabiliriz. Hiç düşünme yavrum.


Başka Bir Gönül Dostu- Pozitif dediğiniz biz yaptık da böyle oldu şeklinde mi?


S.Tandoğan- Evet.


(Bir Gönül Dostu, Gönül Sohbetleri 6.Ciltteki “Öğretmen Leman Hanım” başlıklı yazıdan bahsediyor ve konu biraz daha konuşulduktan sonra Sayın Büyüğümüz söze başlıyor)


S.Tandoğan- Yani hayatta öyle görünmeyen mânevi iplikler var ki, hani ben yaparım, ben ederim, ben söylerim dedirtmiyorlar adama, tokat geliveriyor. Tokat nereden geliyor? İlahi bir menşeden geliyor. Onun için o tokata muhatap olmamak için biz herkese karşı saygılı olalım, herkese karşı iyi muamele edelim. Ki bize de sonunda bir fatura ödetmesinler. Fatura ödemek zor.


Bir Gönül Dostu- Efendim fatura ödememek için, yaptığı bir hatadan sonra fatura ödememek için ne yapması gerekiyor insanın? Veya o fatura kesinlikle ödenecek mi?


Yavrum eğer hemen o sıralar farkına varırsa yapılacak iş, beş yaşında bir çocuk da olsa, yüz beş yaşında bir yaşlı da olsa gidip ondan özür dilemek, af dilemek, onun gönlünü almak için, minicik de olsa ona bir hediye almak, bu şekilde bir telafi yoluna gitmek lazım. Eğer ölmüşse o şahıs, o şahsın ruhâniyetinden özür dilemek lazım. Mesela bir kimsenin kalbini kırdın, ama aradan yıllar geçtikten sonra bunun farkına vardın. O zaman ruhâniyetinden özür dileyeceksin. Diyeceksin ki bu özür dilemeyi o anlar mı? Anlar yavrum, anlar. Bizler ölümün bir yokluk olmadığına inanan insanlarız. Yunus Emre diyor ki: “Ölümden ne korkarsın / Korkma ebedi varsın”  Ölüm, mekân değiştirme; şimdi bu odada oturuyorsun, biraz sonra başka bir odaya geçiyorsun. Ölüm işte bu yavrum. Ölüm diye bir şey yok. Yani ölüm yokluk değildir. Bu dünyada temiz, güzel bir hayat yaşadıysak, orada huzur, rahat içinde olacağız. Eğer bu dünyada kimisi parasına güvenip, kimsi mevkii-makamına, rütbesine güvenip cart curt yaptıysa, muhakkak orada onun hesabını verecek. Muhakkak ama, kim olursa olsun. İyisimi biz burada hesabımızı verelim.


Bir Gönül Dostu- Allah şehitlerden bile kul hakkını soruyor...


S.Tandoğan- Soruyor. Şehitten bile kul hakkı düşmüyor. Efendim benim borcum var Ahmet’e ama ben vatanım için şehit düştüm. Tamam diyorlar melekler ona, iyi güzel vatan için şehit düştün ama, e Ahmet’e borcunu ödemedin diyorlar. Onun cezasını çekeceksin diyorlar. Kul hakkından, yani minicik de olsa çekinelim yavrum.


 


(3.Kesim)


Bir Gönül Dostu- Efendim ruhâniyetten nasıl özür dileyeceğiz? Ne diyeceğiz, orasını öğretir misiniz?


S.Tandoğan- Yavrum mesela namaz kıldın, bitti namazın, kalkmak üzeresin. Kalkma. “Ya Rabbi” de, “sana intikal eden felan zâtın ben kalbini kırmıştım, onu incitmiştim, onun ruhâniyetinden özür diliyorum, sen Ulaştır ya Rabbi” de. O kadar. O gider yavrum.


Başka Bir Gönül Dostu- Efendim ölmemiş ama kendisine ulaşmadığımız kimse için nasıl bir af dileyebiliriz?


S.Tandoğan- Kendisine ulaşamıyorsak, gene aynı şekilde ruhâniyetinden özür dileyeceğiz. Mesela biz Artvin’deyiz, o adam Amerika’da. E bizim de Artvin’den Amerika’ya gidecek ne maddi imkânımız var, ne zamanımız var. Aynı şekilde dua edeceğiz.


Bir Gönül Dostu- Efendim mesela farkına varmamışızdır kırdığımız kişinin. Veya bir hayvanı, bitkiyi, eşyayı... Onlar için de gıyaplarında, “Farkına varmadan kırdığım, incittiğim bütün insanlardan, hayvanlardan, bitkilerden, cemadattan Senin huzurunda özür diliyorum Allah’ım” desek?


S.Tandoğan- Tabi yavrum, zaman zaman böyle topyekün özür dilemek lazım.


Bir Gönül Dostu- Efendim siz bize öğretmiştiniz ya, ben onu her akşam yatmadan önce söylüyorum: “Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ım, doğduğum andan şu ana kadar, kırdığım, incittiğim ne kadar insan, hayvan, bitki, eşya, cemadat varsa, önce Senden, sonra da onlardan af ve bağışlanma diliyorum. Onların beni affetmelerini ve bağışlamalarını nasip Eyle” diye siz daha önce bize öğretmiştiniz, onu yapmaya çalışıyorum.


S.Tandoğan- Çok iyi yavrum. Çok iyi.


.....

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]