Çok Sevdiğim Büyüğüm,
Sizin ve çok değerli dostların Ramazan Bayramlarını en içten dileklerle kutluyor, hürmet ve sevgilerimi sunuyor, müsaadenizle sohbet notlarının devamını paylaşıyorum.
04.06.2011 Tarihli Cumartesi Toplantısından Notlar
Devam:
Bir Gönül Dostu- Efendim bir şey sorabilir miyim müsaadenizle. Mânevi Büyüklerle bir rabıta kurmak isteniyorsa, direkt onlara hitaben mi seslenilmeli, yoksa yine Allah’ın vasıtası ile mi irtibata geçmeliyiz?
S.Tandoğan- Onlara direkt hitap edebiliriz yavrum. Mesela Hacı Bayram’a gittik. Türbenin önünde durduk. Hacı Bayram Hazretlerinin ruhuna bir Fatiha okuduk. Veya bir Ya-Sin okuduk. Ellerimizi açtık, doğrudan doğruya ona gönderebiliriz. Çünkü onu Hacı Bayram Hazretleri doğrudan doğruya alır. Mesela Kastamonu’daki Şaban-ı Veli Hazretleri, İstanbul’daki Eyüp Sultan Hazretleri. Onlar büyük sultanlar, doğrudan doğruya alırlar. Yunus, Mevlana... Alırlar.
Bir gün rahmetli Nezihe Araz anlatmıştı bana, Nezihe Araz’ı herhalde içinizde tanımayan yoktur. Yazar Nezihe Araz. Anadolu Evliyaları’nın yazarı. Yunus Emre’nin hayatını yazıyorum diyor, bir yerde takıldım diyor, bir türlü gitmiyor. Acaba diyormuş, bu nasıldı, bu nasıldı... Çıkamıyorum işin içinden, kalemim durdu, diyor. Orada Nezihe Araz diyor ki, ne olur şimdi Yunus Emre burada olsa da, bana bunun hakikatini söylese, diyor. Böyle yürekten bir dua ediyor. Biraz sonra kağıtlardan başını kaldırıyor, bakıyor masada karşıda Yunus Emre oturuyor. “Buyur kızım, ne istiyorsan sor, anlatayım” diyor. Tüylerim ürperdi diyor, hemen kendimi toparladım, “Efendim şu hususta bir tereddüdüm var, yani size karşı bir hata yapmaktan çekiniyorum, beni bağışlayın” demiş. O meseleyi Yunus Emre anlatmış. Sonra kaybolmuş.
Bir Gönül Dostu- Efendim ben bu günlerde bu olayı çok düşünüyordum, böyle bir şey olabilir mi diye?
S.Tandoğan- E işte bu da onun cevabı. (Gülümsemeler) Oluyor yavrum. Bir de Danıştay’dan bir arkadaşım anlatmıştı. Arnavut İsmail Bey. Mevlânâ’yı okumuş, çok sevmiş, ziyaretine gitmiş. Ruhuna okumuş. Sonra, içinizde Konya’yı bilenler bilir, orada Alaaddin Tepesi vardır; orada banklar vardır, ağaçlar vardır. Oturmuş orada. Ya Rabbi demiş, şimdi bu bankın yanında Mevlânâ Hazretleri otursaydı, gidip elini öpseydim, ona sorular sorsaydım demiş. Şöyle başını çevirmiş bakmış, Mevlânâ oturuyor orada. Arnavut İsmail Bey bir korkmuş, tabanları yağlamış. (Gülüşmeler) Bütün Konya bana bakıyordu diyor, trafik durmuş, herkes durmuş, koca yaşlı başlı adam... (Gülüşmeler) Bunu anlatırdı, ahh, derdi, ben bu eşekliğimi nasıl telafi edeceğim, derdi. (Gülüşmeler)
Bir Gönül Dostu- Efendim ben hep Peygamber Efendimiz’i düşünüyorum. O kadar çok düşünüyorum ki, arkamı dönünce görecekmişim gibi oluyorum.
S.Tandoğan- E görebilirsin yavrum. Münir Bey’in anlattığı Hüsnü Ağa hikâyesi vardı ya. Biliyor musun onu?
Aynı Gönül Dostu- Anlatırsanız sevinirim Efendim.
Münir Bey müracaat ediyor Sağlık Bakanlığı’na, Eleşkirt ilçesine tayin ediyorlar. Ağrı’nın bir ilçesi. Gidiyor, göreve başlıyor. O zaman ilçe doktorlarının bir de Kızılay Başkanlığı görevi varmış. Kızılay’a gittim, baktım, orada tam takır kuru bakır, diyor. Yıllardır kapısı açılmamış, içerisi toz, pis, kir içinde diyor. Kapatmış kapıyı. Sormuş esnafa. Bu Eleşkirt’te geçim darlığı çeken var mı? Maddi sıkıntı içinde olan var mı? Valla demişler Eleşkirt’te herkesin iyi kötü bir ekmeği var, ama bir baba-kız var, onlar şu anda zaruret içinde demişler. Adamın ismi Hüsnü Aga. İstiklal Harbi Gazisi. Kızı evlere hizmete gidiyordu demişler, babasına bakıyordu, şimdi kızı da hastalandı, baba-kız yardıma muhtaç durumdalar. Münir Bey fırıncıya gitmiş demiş ki, her gün Hüsnü Aga’nın evine iki ekmek bırakın demiş. Ama benim bıraktığımı söylemeyin, belki incinir, eğer sorarsa Kızılay’dan dersiniz, demiş. Sonra ziyaretine gitmiş birkaç kere. Çok sevmiş Hüsnü Aga’yı. Hüsnü Aga’nın diyor, bütün bildiği ancak bir namaz kılacak kadar bilgi. Başka hiç bilgisi yok. Fakat velâyet makamına yükselmiş. O namaz bilgisiyle. Bir gece rüyasında Hüsnü Aga’yı görüyor. Doktor Bey diyor, ben hastayım, bana üzüm getir, diyor. Peki Efendim diyor. Hemen pelerinini giyiyor, koşuyor pazara. Pazarın kapısında bir adam, üzüüüm, üzüüm diye bağırıyormuş. Kışın ortası, her taraf bembeyaz kar. Allah Allah demiş. Gitmiş adamın yanına, kardeşim demiş, bu kış günü Eleşkirt’te üzümü nerede buldun da satıyorsun demiş. Doktor Bey demiş, ben kızımı evlendireceğim fakat çok fakirim, hiçbir çeyiz yapamıyorum, bu üzümü samanın içinde bin bir itina ile biriktirdim, sakladım, bugüne getirdim, bunu satacağım da kızıma biraz çeyiz yapacağım, demiş. Hemen oradan Münir Bey üzümü almış, Hüsnü Aga’ya gitmiş. Kapıdan girdim baktım, diyor, Hüsnü Aga’nın gözleri gitmiş, diyor. Doktorlar anlıyormuş bir insanın ölümünün yaklaştığını, gözlerinden belli oluyormuş. (Sayın Büyüğümüz masadaki iki doktor hanımdan durumu doğruladıktan sonra) Bu durumu görünce hemen üzümü yıkamış, Hüsnü Aga’ya birkaç tane yedirmiş. Çok zorlukla yutmuş. Biraz sonra bir fırlamış yerinden, halinden yaşından umulmayan bir çeviklikle, kapıya doğru gitmiş, eğilmiş, “YA RESÛLULLAH, NİYE ZAHMET ETTİNİZ” demiş. Ve orada ruhunu teslim etmiş. Münir Bey diyor ki, on beş gün o evin için gül koktu diyor. Düşün; Peygamber Geliyor, onu mânâ âlemine yolcu etmeye. Onun için yavrum, biz yürekten istersek, olmayacak hiçbir şey yoktur hayatta. Ama yeter ki biz gönülden isteyelim.
Yani durum böyle yavrum. Bütün kâinat haberdar. Mesela ben size derim ki her gün, tesbihinizi alın, en az, en az, en az otuz üç kere Peygamber Efendimiz’e salavat getirin. Diyeceksiniz ki haberi olur mu? Vallahi de olur, billahi de olur. Eğer olmazsa, şu sofradan kalkmayı Allah bana nasip Etmesin.
Bir Gönül Dostu- Efendim bir Hadis-i Şerif paylaşabilir miyim. Efendimiz Buyurmuşlar ki, “Nerede olursanız olun, sizin selamınız Bana ulaşır”
S.Tandoğan- Evet yavrum. Profesör Eva Hanım söylemişti, Fransız Profesörü. Sonra o Müslüman oldu. Vasiyet de etti; beni Mevlânâ’nın ayak ucuna gömün diye. Diyor ki çay bardağına çayı koydunuz, şekeri koydunuz, karıştırıyorsunuz. Haliyle ne olacak, bir tıkırtı çıkacak. O tıkırtı, aynı anda uzayın bütün hücrelerinde duyulur diyor. Müthiş bir şey bu.
Japon âlimi bunu ne güzel ispat etti, iki kavanoz aldı, kuru fasulye koydu kavanozlara, kavanozlardan birinin üstüne bütün küfür cümlelerini yazdı. Öbür kavanoza da hep güzel şeyler yazdı; sevgi sözcükleri yazdı, Allah yeryüzündeki tek istisna olmadan bütün insanlara sağlık Versin, afiyet Versin, güzellik Versin, mutluluk, huzur Versin, dedi. On beş gün sonra baktılar, küfür cümleleri yazılı kavanozun içindeki fasulye yemyeşil olmuş, küflenmiş, leş gibi bir koku çıkıyor oradan. Öbür dua, niyaz yazılı kavanoza baktılar, orada böyle çiçekler açmış. E bizim vücudumuzu da bir kavanoz düşünün. Bizim de ağzımızdan hep hayırlı kelâm çıkarsa, güzel kelam, güzel dua çıkarsa, e bizim de kalbimizde güller açar yavrum.
...