Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Cumartesi Sohbetlerinden Notlar-10
Gönderen : Melih
Tarih : 9/30/2011 2:58:15 PM


 


Çok Sevdiğim Büyüğüm,


Müsaadenizle...


 


04.06.2011 Tarihli Cumartesi Toplantısından Notlar


devam:


(7.Kesim)


(Konu, etrafımızdaki güzellikleri görebilmekten açılıyor ve Gönül Dostları yaşadıkları bazı olaylardan bahsettikten sonra Sayın Büyüğümüz söze başlıyor)


S.Tandoğan- Benim de aklıma bir cümle geldi. Vedat GÜNYOL diye bir yazar vardı. Şimdi sanırım hayatta değil. Bununla Cumhuriyet Gazetesinde bir röportaj yapılmıştı. Vedat GÜNYOL, Edebiyat Öğretmeni, emekli olmuş, böyle küçücük bir daireye çekilmiş. Röportajı yapan da Cumhuriyet, malüm solcu bir gazete. Diyor ki, Sayın GÜNYOL, siz bir emekli öğretmensiniz, herhalde aldığınız üç kuruş ile çok ıstırap çekiyorsunuz, çok çileli bir hayat yaşıyorsunuz? Cevap: Yoo, nereden çıkardınız bunu diyor. “Kapımın önündeki çam ağacı ve Türkçe’nin güzelliği bana yetiyor” diyor. Benim başka mutluluk aramama gerek yok ki. Bunu belki on beş yirmi yıl evvel okumuştum, beni çok etkilemişti. “Kapımın önündeki çam ağacı ve Türkçe’nin güzelliği”. Yani güzel şiirler, güzel yazılar yetiyor bana diyor, başka bir şeye ihtiyacım yok ki diyor.


Bir Gönül Dostu- Efendim Türkçe’nin güzelliğini biraz açar mısınız?


S.Tandoğan- Yavrum Türkçe’nin güzelliği; Karacaoğlan, Yunus, Köroğlu, Dadaloğlu, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Necip Fazıl Kısakürek, Gülten Akın, Ahmet Hamdi Tanpınar. Okumaya doyamıyorsun ki yavrum. Ben Necip Fazıl’ın bazı şiirlerini belki bin kere okumuşumdur. Taa on yedi yaşından beri okurum, doyamıyorum. Bak on yedi yaşında yazmış bunu Necip Fazıl:


 


Güneş çekildi demin,
Doğdu bir renk akşamı.
Bu, bütün günlerimin,
İçime denk akşamı.

Akşamı duya duya,
Sular yattı uykuya;
Kızıllık çöktü suya,
Sandım bir cenk akşamı...


                    Necip Fazıl Kısakürek


 


On beş yaşında kim yazabilir? Bir de annesine yazdığı şiir var o yaşlarda:


Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!

Sanma ki biter bu karanlıklar,
zulmetin ardında yine zulmet var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın gerilmiş, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!...


                                   Necip Fazıl Kısakürek


 


On yedi yaşında yazmış... Bu şiiri bin kere okusan çok mu?


Bir Gönül Dostu- Çok değil Efendim hakikaten. Peki karşı cinse yazdığı şiirleri de var mı Necip Fazıl’ın?


S.Tandoğan- Peki, bir de karşı cinse yazdığı bir şiirini okuyalım:


 


Ne hasta bekler sabahı,


Ne kanlı şehidi mezar,


Ne de şeytan bir günahı,


Seni beklediğim kadar!...


 


Geçti istemem gelmeni


Yokluğunda buldum seni.


Bırak vehmimde gölgeni


Gelme artık neye yarar!


                


                           Necip Fazıl Kısakürek


 


Bir Gönül Dostu- Efendim, rica etsek bir de “Nazarlar Önünde” şiirini okur musunuz?


S.Tandoğan- Okuyayım yavrum:


 


Nazarlar önünde perdesin Allah,


Neden bir görünmez yerdesin Allah,


Bu dem ta derinden gelirken sesin,


Söyle sen nerdesin nerdesin Allah...


 


                                     Necip Fazıl Kısakürek




 


(8.Kesim)


 


(Bir Gönül Dostu, Kenan Rıfai Hazretlerinin, “Sükût olsun sana tevhid” sözünden bahsediyor ve bu söz üzerinde konuşulduktan sonra başka bir Gönül Dostu bu söz ile idrak, mânevi tekamül arasında bir paralelliğin olup olmadığnı soruyor)


 


S.Tandoğan- Var tabii ki yavrum. İdrak ancak sükût ile artar. Vır vır vır konuşan insanlarda idrak olmaz ki, o gittikçe beyinsizleşir.


 


İnsanın mânevi tekamülüne atacağı ilk adım sükût ile başlar. Mesela çevrenizde dikkat edin, kadın veya erkek, genç veya ihtiyar, her kim böyle ağustos böceği gibi cır cır cır ötüyorsa, o hiçbir zaman mânevi tekâmüle adım atamaz.


 


İstanbul’da bir Sami Efendi Hazretleri vardı, duyan var mı içinizde? İlahiyat Fakültesinde Profesör Ethem Cebecioğlu bana anlattı, bu Zâtı davet etmişler İlahiyat Fakültesine. “Hocam” demişler, “bize kırk beş dakikalık, sükutu anlatan  bir ders verir misiniz?” Sami Efendi Hazretleri gerçekten büyük bir velî, ama gerçekten büyük bir velî, hani öyle lafla filan değil. “Peki,” demiş Hazret, gitmiş İlahiyat Fakültesine. Zil çalmış, derse girmiş. Kürsünün önüne, yanındaki çantadan getirdiği bir seccadeyi çıkartmış, yaymış. Herkes de bakıyor, ne yapacak diye. Sami Efendi Hazretleri ayakkabılarını çıkartmış, seccadede, böyle bir tam duruş halinde oturarak, ayakları arkada, dik. Çıt yok sınıfta, böyle bakıyorlar, acaba Hazret ne anlatacak. Kırk beş dakika öylece kalmış. Ayakları arkada dik, oturmuş vaziyette. Kırk beş dakika sonra kalkmış, seccadesini toplayıp çantasına koymuş. “Arkadaşlar dersimiz bitti,” demiş. “Beni dinlediğiniz için hepinize saygılar sunarım.” Sonra gitmiş.


 


Bunu bana o Profesör Ethem Cebeci anlatmıştı, beni o kadar etkiledi ki, aradan en az on iki yıl geçti, bir türlü unutamıyorum bunu. Sükût hakkında söylenecek en güzel söz yavrum. Daha bundan güzeli yok artık.


 


Yirminci asrın en büyük zekası Einstein diyor ki “Yirminci asrın en büyük kaybı bir gülün karşısında on dakika durup, sükût edememektir.”


 


Bütün güzellikler sükût ile kavranır. Mesela Cumhuriyet devrinde yetişen en büyük ses sanatçısı Münir Nurettin’dir. Ben Münir Nurettin’in bir kaç konserine gittim. En ufak bir tıkırtı çıktığı zaman, en ufak, konseri bırakıp gidiyor.


 


Mesela hepimiz akşamları evimize gidince televizyonlarımızı açıyoruz, o günkü seçim konuşmalarını dinliyoruz. O ona küfrediyor, o ona hakaret ediyor, o ona sövüyor, o ona cahil diyor, aptal diyor falan falan falan. Halbuki, böyle olacağına, büyük bir edep, saygı içinde insanlar kısaca televizyonda konuşsalar; ne yapacaklarını anlatsalar... Bir keresinde Viyana’ya gitmiştim. Viyana biliyorsunuz Avrupa’nın en büyük kültür merkezi. Ve dünyanın en zarif, en kibar insanları Viyana’da otururlar. Viyana’ya gittiğimde meğer seçim kampanyasıymış. Çıt yok. Ne bir miting, ne bir televizyon konuşması, hiçbir şey yok. Yalnız duvarlarda şu büyüklükte (telefon kartı büyüklüğünde) pembe kağıtlar, hatırımda kalmış, otuz sene önceki vaka bu, pembe kağıtlarda her parti, dört veya beş cümlede iktidara gelirsek neler yapacağız diyor, onu anlatıyor. Bir iki üç dört, kimi parti dört cümle, kimi parti beş cümle. Bu kadar.


 



 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]