Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Cumartesi Sohbetlerinden Notlar-12
Gönderen : Melih
Tarih : 10/19/2011 10:54:10 PM


 


Çok Sevdiğim Büyüğüm,


Müsaadenizle...


 


04.06.2011 Tarihli Cumartesi Toplantısından Notlar


 


devam:


 


(12.Kesim)


 


(Bir Gönül Dostu söz sırası kendisine geldiğinde güzel bir söz paylaşıyor: “Kalbin Edebi Sükûttur”)


S.Tandoğan- Ne kadar güzel bir söz, bunu yazın lütfen. Harikulade güzel bir söz bu.


Bir Gönül Dostu- O zaman bütün organların da edebi var Efendim?


S.Tandoğan- Öyle tabii yavrum. Midenin de edebi var; ağzın da edebi var... Gözlerin de edebi var. Bak bir anımı anlatayım. Rânâ ile yeni evlendik, Rânâ kaptan kızı, denizi çok seviyor. Avşa Adasına gittik. E tabii biz orada herkesle beraber plaja gidecek değiliz. Bu olacak iş değil. Ne yapıyorduk, bir buçuk saat yürüyorduk. Yürü yürü yürü... Öyle bir noktaya geliyorduk ki Avşa Adasında, sinek dahi yok orada. Biz orada denize giriyorduk. Bir gün gene gidiyoruz. Şöyle ben bakıyorum bulutlara filan giderken, yolda böyle bir yeşil tepe var; orada bir at duruyor. Biraz sonra bir kadın geldi. Atın karşısında soyunmaya başladı. Mayosunu giyecek. At ne yaptı biliyor musun yavrum? Başını çevirdi, arkasını döndü kadına. Ben ağlamaya başladım. At yapıyor bunu. Bunu söylesem atçılara, benle alay ederler. Ama ben gözümle gördüm bunu yavrum. Vallahi billahi gördüm ben bunu. Yani edebiyat yapmıyorum. Atın edebi olur mu? Olur.


At deyip geçmeyelim. Peygamber Miraca neyle gitti? Burakla. Burak bir at türüdür. Öyle atlar var ki... Bizim bir komşumuz vardı çocukken Haydar Amca, o at yarışlarına çok meraklıydı da ondan öğrendim bazı şeyleri. Öyle atlar varmış ki, mesela sahibi onu besliyor, böyle eliyle besliyor. At en çok kuru üzümü severmiş. Ona yeminin yanısıra kuru üzüm veriyor. Ertesi gün yarış var, hazırlıyorlar atları, yarış başlıyor. O Haydar Amcanın bahsettiği at koşuyor, koşuyor, koşuyor fakat ikinci geliyor. Buna o kadar üzülüyor ki, o gece üzüntüsünden ölüyor at. Sahibim beni üzümle beslediği halde, ben nasıl ikinci gelirim diye kahrediyor kendini. Sabahleyin bakıyorlar at ölmüş...


 


Bir Gönül Dostu- Efendim sanırım siz söylemiştiniz, rüya gören tek hayvan attır diye.


S.Tandoğan- Evet, rüya gören tek hayvan at. Hani ben ona hayvan demeye de utanıyorum da başka neyle anlatayım yani.


Bir Gönül Dostu- Bu rüya görüşün Miracla da alakası var mı?


S.Tandoğan- Gayet tabii yavrum. Yani başka bir hayvanla da gidebilirdi Peygamber, ama Burak isimli bir atla gitti. Babam gençliğinde atlarla çok meşgul olmuş rahmetli, o anlatırdı, yani o kadar hassasmış ki atlar... Bir de bilmiyorum içinizde Çehov’un hikâyelerini okuyan var mı? Onun bir at hikâyesi var, şöyle:


Rusya’da, Moskova’da bir genç insan annesiyle beraber oturuyor. Evlenmemiş, bekâr. Bir evleri var böyle babadan, deden kalma... Evin altı ahır. O ahırda bir atları var. Bir de faytonları var. Bazen bir yere gidecekleri zaman annesini o faytonla götürüyor. Bir gün annesi ölüyor. Adam tek başına kalıyor. Çok hassas, içe dönük, içli bir insan. Ağlıyor, ağlıyor. Sonra gidiyor akrabaları ile ıstırabını paylaşmak istiyor. Gidiyor akrabalarına, "annem öldü" diyor. Gayet hissiz, duygusuz bir şekilde akrabaları “yaa vah vah, tüh tüh, Allah rahmet Eylesin” diyorlar, bitiyor. İçi dolu böyle adamın. Sonra çalıştığı daireye gidiyor. Belki arkadaşlarıma söylerim de benim duygularımı birisi anlar, paylaşır duygularımı diye çalıştığı yere gidiyor, “Arkadaşlar, Allah sizinkilere uzun ömür versin, annem vefat etti" diyor. Onlar da “yaa, vah vah, tüh tüh” diyorlar. İçi dolu, bir türlü boşalamıyor. Nihayet eve geliyor, bakıyor kimseden bir yakınlık yok, kimseden uzanan bir sevgi, şefkat eli yok. Evine geliyor, evine gelirken ahırın kapısını açıyor, at onu görüyor. Öyle bir bakıyor ki at, yani “ben senin duygularını anlıyorum” der gibi bir bakışla atın gözlerinden yaş geliyor. Onun üzerine adam atın boynuna sarılıyor, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor. Ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor. Sonra ferahlıyor. Gidiyor evine biraz bir şeyler yiyip yatıyor.


Bunu Çehov o kadar güzel anlatıyor ki, ben yirmi kere filan okudum, hepsinde ağladım okurken. Bir annesi sevgisinin, hassas bir evlat üzerine ne kadar bir ıstırap uyandıracağını o at olayı ile o kadar güzel anlatmış ki... Yani koca Moskova’da eş-dost hısım-akraba, mesai arkadaşları; onu anlayan bir tek at çıkıyor. Yani at mübarek bir hayvan.


 


Bir Gönül Dostu- Efendim o zaman bu anlattığınız olaydan yola çıkarak, gözün edebi de harama bakmamaktır diyebilir miyiz?


S.Tandoğan- E gayet tabii. Gene bir anımı anlatayım. O sırada modaydı, biz de gene yazın Avşa Adasına gittik. Küçük bir pansiyon odası tuttuk. Orada bize işte bir somya, incecik bir şilte somyanın üzerinde, bir de pike verdiler, o kadar. Kendin pişir kendin ye. Biz de balık alıyorduk sahildeki balıkçılardan. Onu Rânâ ızgara yapıyordu, yiyiyorduk. Sonra akşam üstü gezmeye çıkıyorduk. Bir adam dikkatimi çekiyordu. Böyle gözlerini siyah bir bezle bağlamış. Şimdi âmâ olsa niye gözünü bağlasın? Bir gün tam bizim evin önündeki küçük bir çay evi vardı, orada oturmuş çay içiyorduk. Hemen ben de fırladım, gittim yanına. "Merhaba kardeşim, beraber çay içebilir miyiz?" dedim. "Hay hay memnuniyetle" dedi. Sordum; "niçin gözünüzü siyah bezle bağlıyorsunuz?" "Efendim," dedi, hiç unutmuyorum, beni çok etkilemişti, "burada o kadar uygunsuz kıyafetteki hanımları görüyoruz ki, dedi, o kadar açık, saçık, dekolte hanımlar var ki, ben günaha girmemek için böyle yapıyorum. Bastonumla da adım adım yürümeye çalışıyorum". Ben kendimi tutamadım, gene hüngür hüngür ağlamaya başladım. Yani o adamdaki edep, hayâ duygusu... Ya Rabbii...


...


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]