Çok Sevdiğim Büyüğüm,
Müsaadenizle.
04.06.2011 Tarihli Cumartesi Toplantısından Notlar
Bir Gönül Dostu- Efendim idraki artırabilmek için neler yapabiliriz?
S.Tandoğan- Yavrum idraki artırmanın bir tek yolu var, Allah’ın ve Peygamberin istediği gibi temiz bir hayat yaşamak. Helalinden kazanmak, helalinden yemek. İbadetlerini yapmak, insanlarla iyi ilişkiler kurmak. Böyle gözümüzü, dilimizi, kulağımızı fuhşiyattan uzak tutmak, temiz bir hayat yaşamak yani yavrum... İnsan ne kadar temiz bir hayat yaşarsa idraki o kadar artar. Ne kadar kirli bir hayat yaşarsa, idraki o kadar azalır, azalır, azalır, bir gün bakarsın yok olur. İdrak kalkar.
Aynı Gönül Dostu- Efendim bir şey daha sorabilir miyim? Biz idrakimizin azaldığını nasıl anlayabiliriz? Bazen gaflet insanın üzerine öyle bir çöküyor ki, yanlış yolda gidiyor ama yolunun yanlış olduğunu bile farketmiyor. Gerileme olursa bunu nasıl anlayabiliriz?
S.Tandoğan- Anlayamayız ki yavrum. O gaflet perdesi bir kere gözümüzü sarınca... Mesela adam tutuyor, diyelim bir gece kulübüne gidiyor. Orada striptiz yapan bir artist görüyor. Orada bir şehvet duygusu duyuyor o kadına karşı. Eğer idraki kaybolmuşsa o adamın, diyor ki ben bu kadınla evleneceğim. Ya diyorlar bu striptiz yapan bir kadın, bununla evlenilir mi? Yok diyor, ben evleneceğim... Ve evlenenler oluyor yavrum. Siz tabi bilmiyorsunuz onları. Evlenenler oluyor.
O bakımdan hepimiz idrakimizin artması, daha ilerlemesi için, imkânlarımız nispetinden temiz bir hayat yaşayalım. Helalinden kazanalım. Helalinden yiyelim. Temiz insanlarla arkadaşlık yapalım. Gözümüz yükseklerde olmasın. Elimizdekine şükredelim. Ne bulduysak o gün ona kanaat getirelim. E işte bilmem Rahmi Koç nasıl yaşıyormuş... Yaşar. Ama bize ne Rahmi Koç’tan. Yarın Allah’ın huzuruna çıktığımızda bize Rahmi Koç, Güler Sabancı sorulmayacak ki. Sana senin hayatın sorulacak, bana benim hayatım sorulacak yavrum. O kadar.
(22.Kesim)
(Konu: Allah’tan istemenin edebi, Sayın Büyüğümüz konudan bahseden Gönül Dostunu dinledikten sonra söze başlıyor.)
S.Tandoğan- Mamak’lı Ahmet Kayhan Hazretlerini hepiniz duymuşsunuzdur, bir kısmınız elini öpmüştür, gitmiştir. Şimdi bir gün ziyaretine gittim. Allah rahmet Eylesin beni çok severdi, böyle beni görünce gözlerinin içi gülerdi. Yanına oturturdu, çayını bana içirirdi. Oturuyoruz, biraz sonra ziyaretçiler gelmeye başladı. Talepler. Ben gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Biri diyor ki, “Efendi Hazretleri dua et, kızıma öyle zengin bir koca çıksın ki, biz Karun gibi yaşayalım” (Gülüşmeler) Biri diyor ki, “Efendi Hazretleri dua buyurun, biz mebus olalım” diyor. Biri geliyor, “Bakan olayım” diyor. Böyle hep dünyevi dilekler, dilekler. Ben orada kıs kıs gülüyorum. Ondan sonra düşündüm, düşündüm. Hep istekler, istekler, istekler. Acaba şunu düşündük mü dedim. Ya biz Allah’ın verdiği nimetlere layık mıyız? Ben Allah’ımın bana verdiği nimetlere layık olmak için ne yaptım ki daha fazlasını isteyeyim. Bu isteğe benim hakkım var mı acaba? Bunu düşünen kaç kişi var yavrum? Biri bana sordu bir gün konferansta; “Siz Allah’tan en çok neyi istiyorsunuz?” dedi. Hiçbir şey istemiyorum, dedim. Ne demek o? dedi, Allah’tan istenmez mi?, dedi. E ben istemiyorum, dedim. Niçin dedi. E yahu dedim, ben Allah’ın Verdiği nimetlerin hangi birine liyâkat gösterdim ki yenisini isteyeyim ondan dedim. Allah bana bunca nimet vermiş. Ben bu nimetlere layık olmak için ne yaptım, dedim. Hangi sevabı işledim, dedim. Onun üzerine soruyu soran ağlamaya başladı. Ben bunu hiç düşünmemiştim dedi. Hani istekler istekler istekler. Ama nereye kadar. Nereye kadar istekler?
4.06.2011
Ankara