Selamun Aleykum sevgili Babacigim , Hayirli cumalar olsun....
Geçtiğimiz yil ders verdiğim sanat merkezinde çalışanlara yönelik bir hizmet içi seminer vardı. Semineri veren 50 yaşlarında bir İngiliz bayan. İskoçyalı olduğunu hemen konuşmaya başladığında anlıyoruz. Mavi gözleri ışıl ışıl parlayan , yüzünden gülümseme eksik olmayan , beden dilini de konuşturan , canayakın bir hanımefendi. İki gün süren seminer bize çalışma hayatındaki ilişkileri düzenlemeyi, kendimiz ve başkaları ile barışık yaşamayı öğretirken, benim için kazanımlardan biri de sözünü ettiğim Ayşe Hanımı tanımak oldu…
Ayşe Hanım İskoçya da doğmuş büyümüş orta halli bir ailenin çocuğu imiş. Çok genç denebilecek yaşta kapıldığı bir gençle acele bir evlilik yapmış. 20 yaşında iken bir kız çocuğunu kucağına alıp, 21 yaşında aslında evliliğinin kocaman bir hata olduğunun farkına varmıs. O zamanlar bütün kabahatli olarak kocasını görse de şimdilerde en az onun kadar kendisinin de bu başarısız evlilikte pay sahibi olduğunu açıkça söylüyor… Ama hayat yaşıyarak öğreniliyor.. 21 yaşında iken yarım bıraktiği eğitim hayatına dönüp, psikoloji okumaya karar veriyor. Hem çocuğuna bakıyor , hem çalışıyor , hem de okuyor .. Master için burs bulup Amerika’ya gidiyor ve yıllarca çeşitli kliniklerde çalışıyor. Hayatta zoru başardığına inanıyor ve kendiyle gurur duyuyor… Ancak yaptıkları zamanla kendisine yetersiz geliyor, bir arayış içersinde.. Ne aradığını da bilemiyor ama dünyada farklı bir yerlerde olup , farklı insanlara yardım etme isteği içersinde… Bu duygularla Afrikada ve Asyadaki gönüllü kuruluşlara başvuruyor… Bir cevap alamıyor.. O kendini yeterli ve iyi hissetmediği dönemde bir şekilde Dubai’den bir özürlü çocuklar merkezinden iş teklifi alıyor ve diğerlerinden ümidi kestiği için kabul ediyor… Eşyalarını topluyor, hazırlıklarını yapıyor.. Ülkesinden ayrılmadan bir gün önce posta kutusunda gönderdiği başvuru mektuplarını buluyor.. Gönderdiği yerlere ulaşmadan geri gelmişler. Üzerinde bir sürü mühür, damga, yanlış adres ibaresi… Yani kısmeti Dubai….
Buraya geliyor ve birkaç ay sonra hayatındaki en büyük olay gerçekleşiyor.. Artık aradığı , eksikliğini hissetiği şeyi bulmuş. Müslüman oluyor… Ve sekiz yıldır burada insanlara, çocuklara, ihtiyacı olan herkese elinden geldiğince ulaşmaya, yardım etmeye çalışıyor…
“Buraya gelene kadar haritada yerini bile bilmiyordum .. Yolladığım bütün başvuruların yerine ulaşmaması , buradan iş teklifi gelmesi tesadüf müdür diyorsunuz? Hayır! “diyor.. “Tesadüf diye birşey yoktur.. Yüce Allah benim buraya gelmemi sağladı çünkü ben Müslüman olmalıydım”… Evet şimdi her cümlesini Elhamdülillah diyerek bitiriyor… Gözlerindeki ısıltı, dudaklarından eksik olmayan gülümseme ile kalplere nüfuz ederken “Yüzünüzdeki kırışıklıklar hep gülümseme kırışıklıkları olsun somurtma çizgileri değil” diyor.. Yaşanan her saniyenin şükretmeye vesile olduğunu anlatmaya çalışıyor… Hayat standardının oldukça yüksek olduğu bu bölgede maddiyatın çokluğundan tatminsiz ve mutsuz büyüyen çocuklara kainatın ihtişamında Yüce Yaradanı görebilmeyi ve aldığımız her nefes için ona şükür içinde teffekür etmemiz gerektiğini öğretmeye gayret ediyor… Büyüklere de tabi… Allah yardımcısı olsun…
Bu “Yaşadığına ve nefes almaya devam edebildiğine şükretmek” cümlesi beni birden yıllar öncesine götürdü…. 1999 yılı Ağustos ayı, büyük Marmara depreminin hemen birkaç gün sonrası… Televizyonun başında oturmuş şehirlerimizin nasıl yerle bir olduğunu, insanlarmızın hayatlarının nasıl darmadağan olduğunu gözyaşları içinde seyrediyoruz. Bir hastahanede hastalarla ropörtaj yapılıyor..Yataktaki bir hanımın yanına yaklaşıyor soruyorlar: “Geçmiş olsun, nasılsınız, depremde kaybettikleriniz oldu mu?” diye O solgun yüzünde sakin olmaya çalışan bir ifade, ama gözleri çakmak çakmak, titriyen sesiyle anlatıyor. “ Ben depremde dükkanımızı, evimizi, annemi, babami, kardeşlerimi, kocamı, çocuklarımı, bir ayağımı ve bir kolumu kaybettim…” Soruyu soran şaşırıyor teselli sözleri söylemek istiyor , o devam ediyor “ Ama yaşamaya devam ediyorum… Yaşadığıma göre demek ki yapmam gereken birşeyler daha var.. Demek ki bu kadar güçlüyüm ki Allah bana böyle bir ömür verdi…Onu nasıl değerlendirip yapabileceğimin en iyisini yaparım onu düşünüyorum..”
Bu görüntü ve konuşma uzun süre hafızamdan silinmedi.. Bir insani böyle güçlü kılan neydi? Aslında insanoğlu ne denli güçlü , Öyle şeylerle başa çıkabiliyor ki kendi de inanmıyor… Yanlızca içinde o imanı , o isteği, o desteği hissedebilsin… Kaldıracı bulan bilimadamı “Bana bir dayanak noktası gösterin dünyayı yerinden oynatayım” demiş . İşte bizlerin de dayanak noktası imanımız olduğu sürece dünyayı bile yerinden oynatabiliriz. Arkamızdaki o muhteşem gücün Rabbımızın olduğunu bilmek , inanmak ne denli muhteşem birşey.. Rahmetli büyükbabam evinde bütün gün yanlız otururdu. “Hiç canın sıkılmıyor mu büyükbaba” diye sorduğumda gülümserdi “ Niye sıkılayım ben yanlız değilim ki Rabbimle beraberdim” diye cevaplardı… Allah rahmet eylesin. İşte kilit nokta burası değil mi ? Her an, her nefeste Rabbiyle olabilen insan için başarısızlık, ümitsizlik, depresyon, bunalım diye duygular ancak sözlüklerde birer kelime olarak kalir… O insan hep ümit doludur, coşku doludur, yaşama sevinci gözlerine yansır, kainata karşı sonsuz sevgi doludur ve her an, yaşadığı anın kıymetini bilir.. Şükür ve tefekkür içindedir…
Rabbım hepimize böyle insanlardan olmayı nasip etsin inşaallah.
Sonsuz sevgi ve dua ile...
...
Ozden Gulen