Sayın Tuğba Hanım,
11.3.2012 tarihli mailinizi aldım.
Kıymetli yavrum, ben yedi yaşından itibaren okuldan gelince (sabahçıydım, öğleyin eve gelirdim) önce sobayı yakardım. Sonra külünü döker, sonra ertesi günün odun, kömürünü çıkarırdım. Sonra evi süpürür, toz alırdım. Sonra çarşıya çıkar, o akşam ne yemek yapılacaksa onun malzemelerini alırdım. Diyeceksin ki yedi yaşındaki çocuk ne bilir mal almasını? Öyle bir bilirdim ki... Altı yaşındayken bir fırın ve bir bakkalı bir ay süreyle bozuk mal sattıkları için kapattırmıştım. Esnafın benden ödü kopardı. Adım “Küçük müfettiş”ti. Bizim dükkanımızı da kapattırır diye ister istemez en iyi malı verirlerdi. Sonra gelir eğer akşam nohut, fasulye gibi bir yemek pişecekse onları tencereye koyar, bir güzel haşlar annemin okuldan gelişine hazır ederdim. Sen on üç yaşındasın. Ne yazık ki kendini ufak çocuk gibi görüyorsun. Ben on üç yaşındayken bir gün annemi askeri hastaneye götürmüştüm. Annem içeride fizik tedavi oluyor, ben de dışarda bankların üzerinde annemi bekliyordum. Bir asker de hanımını getirmiş, benim yanıma oturmuştu. Bir ara selamlaştık, hal hatır sorduk. Sonra bana döndü, “Ağa,” dedi, “kaç çocuğun var?” Ben hiç bozuntuya vermedim. “Amcası, ellerinden öper, iki çocuğum var.” dedim. O da cevaben “Allah analı, babalı büyütsün” dedi.
Sevgili yavrum, Anadolu’da bazen on üç yaşındaki çocuğu evlendirirler. Yok misafir gelecekmiş... Gelirse gelsin yahu. Hoş geldiniz dersin, gençlerin ellerinden sıkarsın, ihtiyarların ellerinden öpersin. Sonra hal hatır sorarsın. Bir konu açar, konuşursun. Bu iç politika olur, dış politika olur, bazen de Fener-Galatasaray sohbeti olur. Misafir yoksa annenle güzel güzel sohbet edersin. Onu öpersin, okşarsın, “canım annem, sultan annem, bir tane annem, hayatta en çok seni seviyorum, sonra da Alex’i seviyorum,” dersin. Onu güldürürsün. Haydi yavrum, kolları sıva. İkinci bir Sabri Bey örneği sen ol. Bunu yapacağına inanıyorum. Sana sevgiler sunuyorum, saygılar sunuyorum.
Sabri Tandoğan