Selamun Aleykum Sevgili Babacigim,
Oncelikle sizleri cok ozledigimi belirtmek istiyorum. Konferans haberlerinizi aldikca orada olabilmeyi ne kadar arzu ediyorum. Insaallah Rabbim bir araya gelmeyi de nasip eder.
Sizlere buralardan , gurbetten bir yazi gonderiyorum.
Rabbime emanet olun.
Sonsuz sevgi ve saygi ile..
Güzel , aydınlık bir güne uyandık. Allah hayırlı bir günler nasib etsin inşaallah. Nedense bu sabah penceremden dışarı baktığımda , bu yaz aramızdan ayrılacak ve memleketine dönecek arkadaşlar olduğunu hatırladım bir anda. Geçenlerde konuştuk da içimiz bir burkuldu , ne de olsa alışmışız birbirimize.. İşte gurbet böyle , eninde sonunda memleketine geri dönüyorsun, oturduğun yerde sürekli kalmayacağını ve geçici olduğunu biliyorsun. Ne oturduğun eve benim evim ne de eşyaya benim eşyam diyebiliyorsun. Sen birgün döneceksin ve hepsini geride bırakacaksın !!!!
Bu ülkede yüzde seksen nüfus yabancı yani dışarıdan burada çalışmaya gelmiş. Dolayısı ile herkes aynı şeyleri hissediyor ve sürekli bir haraketlilik var, birileri geliyor birileri gidiyor... Her ne kadar anlaşma imzalanıyorsa da herşey kaygan bir zeminde. Bakıyorsunuz bir anda sözleşme fesh edilmiş, yada aile uyum sağlayamamış, veya daha olumlu şartlarda başka bir iş bulmuş , taşınıp gidiveriyor... Yani yarın ne olacağı belli değil... Herkes günü yaşıyor.. Bir bakıyorsunuz yeni birileri gelivermiş, bir bakıyorsunuz hiç ummadığınız birileri gidivermiş.!!!
Bu anlattıklarımı geri dönüp okuduğumda ne görüyorum biliyormusunuz. Burası dünyanın , dünya hayatının küçültülüp, yoğunlaştırılmış bir modeli... Nasıl hayat ta böyle iken, yani bir an sonrasında ne olacağını bilmez iken, oturduğumuz eve , eşyaya bizim demememiz gerekirken, birgün gerçek hayata gözlerimizi açıverecek ve herşeyi bir anda terkedip gidiverecek iken hayat ve yaşam çarkı içinde ağır ağır dönerken bunu farketmiyor veya unutuyoruz... Çünkü olaylar daha ağır işliyorlar. Herşey daha durağan , ve bize gerçek varoluş sebebimiz , bu dünyada misafir olduğumuz , geçici olduğumuz unutturuluyor... Herşeye sonuza kadar sahip olacakmışız gibi sarılıp , sahipleniyoruz.. Maddi kazançlarla sonsuz mutlu olup, maddi kayıplara inanılmaz üzülüyoruz.. Oysa ne bizim elimizde ki...
İşte bu memlekette bunu daha net ve açık anlamak mümkün. Çünkü burda herşey hızla oluyor... Aslında burda nasıl emanet yaşıyorsa insan, herşey geçici diyebiliyorsa, bırakıp gitmeye her an hazırsa, dünyanın neresinde olursa olsun hayatı hep böyle yaşamalı değil mi? Her an bırakıp gerçek aleme göç edecekmiş gibi...
Ben bundan yirmi yıl önce İngiltere'ye öğrenci olarak gittiğim zaman akrabalarımızın yanında kalmıştım, beni havaalanından alıp evlerine götürmüş, ilgilenmişlerdi. Dünya tatlısı bir aile idiler. Yirmi yıldır İngiltere'de oturuyorlardı, hiç çocukları yoktu. Çalışmaya gelmişler, ev almışlar yerleşip oturmuşlardı. Karı koca bir konfeksiyon atölyesinde terzilik yapıyorlardı. Çok yoğun çalışıyorlardı. Evlerinde birşey dikkatimi çekmişti. Çok sade döşenmişti. Sadece ihtiyaç kadar eşya vardı. Ama üst katta bir oda depo gibiydi. Kutuların içinde an güzel porselenlerden yemek takımları, mutfak eşyaları, dolaplarda hiç naylonlarından çıkarılmamış güzelim giyisiler asılı idi. Kadıncağız bunlara gözü gibi bakıyor, arada düzenliyordu. Bu eşyaları Türkiye'ye kesin dönüş yaptıklarında hazırlıyacakları asıl evleri için saklıyorlardı... Çünkü orası onların vatanı değildi ve birgün gerçek vatana döneceklerdi..
Gerçekten de öyle oldu. Ben geri geldikten 5-6 sene sonra onlar da kesin dönüş yapıp Türkiye ye geldiler. Hayallerindeki gibi bir daire alıp yerleştiler, o yıllarca biriktirdikleri eşyalarını dizdiler...
İşte artık kendi memleketlerinde ve gerçek evlerinde idiler. Anacak çok kısa bir süre sonra Bey bir gece anıden kalp krizi geçirdi ve vefat etti... Gerçek ve ebedi aleme göç edip gitti..O otuz sene kahrını çektiği ama sefasını süremediği memleketten yeni dönmüş, yıllardır el sürmeye kıyamadığı, sakladığı eşyalarını yeni kullanmaya başlamıştı ama...Ne çare... O zaman hanımı ne dedi biliyor musunuz. "Biz ingiltere bizim ülkemiz değil diyerek yaşanacak bütün güzellikleri Türkiye'de yaşarız diye hep erteledik. Ama ne oldu. Burası bizim ülkemiz evet ama ebedi yurdumuz değil. Geçici durağımizmiş aynı orası gibi.. Böyle bir anda göçüp gidiverdi gerçek aleme... Keski her ani ve her günü yaşıyabildiğimiz en iyi şekilde yaşayıp hiçbirşeyi sonraya saklamasaydık."
Evet ani yaşamak, nerede, hangi ülke ya da şehirde, hangi şartlarda olursa olsun ani yaşamak, her anın güzelliklerini tefekkür edebilmek. Aldığımız her nefesin O'ndan , Yüce yaradanımızdan bir hediye olduğunun bilincine varıp o nefesi iman üzerine alabilmek.. Gerçek yaşam bu değil midir...
Burada aklıma Sayın Senai Demirci'nin Yazdığı "99 Esma 99 Dua" 'sından bir bölüm geliyor, dudaklarımda onu mırıldanarak yazımı tamamlıyorum.
Ya Baki!
Ne zaman lezzet alsam tükenince elem çekerim
Lezzetleri daim eyleyen sensin
Ne zaman kavuşsam ardından ayrılığı beklerim
Kavuşmaları sahici eyleyen sensin
Ne kadar çok sevdam varsa o kadar çok veda beklerim
Kalbime ebedi sevdalar düşüren sensin
ömrüm kısa elim yetişmiyor kalbim kandır.
Baki olan ancak sensin Beka bahset imanıma
Ya Varis!
Yok bildiklerim senin nazarındadır
Yitirdiklerim senin katındadır
Bitirdiklerim senin yanındadır
Unuttuklarım senin hatırındadır
Unutulmuşları sonunda sen anarsin
Gidene de kalana da Varis sensin
Ebedi kavuşmaklar ver bana