Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Muhteşem bir olay
Gönderen : Özden
Tarih : 8/17/2012 4:55:50 PM


 


Çok değerli ve sevgili Babacığım,


 


Bu gün 17 Ağustos sizin doğum gününüz. Rabbim hayırlı sağlıklı ömürler nasip eylesin... Siz hayatınızın her döneminde olduğu gibi bu gün de , hastalığınızda , güzel gününüzde, her zaman her sartta  bizlere ışık olmaya , yol göstermeye devam ediyorsunuz.. Hep insanlığa hizmet etmeyi ön plana alıyorsunuz. Gecelerce uykusuz kaldığınız halde gelen mesajları yanıtlamadan bırakmadığınızı, bizlerin dertleri ızdırapları ile dertlendiğinizi, sürekli çözüm ürettiğinizi , doğru bildiğinizi kesinlikle söylediğinizi, daima Allah rızası için Onun yolunu , Peygamber Efendimiz SAV ahlakını anlattığınızı, bu karmakarışık olmuş toplumda, dehşetli asırda yalnlışların karanlığında bir güneş gibi ışık oluğunuzu biliyorum.   Allah binlerce razı olsun, sağlıkli uzun ömürler versin. Saygı ile ellerinizden öpüyorum....


 


Aşağıda  1999 Marmara depreminde yaşanmış bir olayı anlatan yazımı sizinle paylaşmak istiyorum. Bu gün aynı zamanda Marmara depreminin yıldönümü. Bu afet ile ebediyete göçmüş bütün müslüman kardeşlerime de Rabbimden rahmet diliyorum. Mekanları Firdevs cennetleri olsun.


 


Sonsuz sevgi ve dua ile...


 


Özden


 


 


Bu akşam bilgisayarın başına oturup günlerdir bakamadığım mesajlara baktım, onları cevapladım. Bir arkadaş ile yazışmalarımızda konu insanın Rabbine ulaşabilmesine , onu bulabilmesine gelmişti.. Bulunduğu ortamda hiç kendisini yönledirecek kimse yoksa, tamamen nefsani hayat süren bir kişi nasıl olur da kendi kendine Rabbine ulaşabilir diye soruyordu arkadaşım. Tam bu konu üzerinde düşünüyordum ki bundan 12 yıl önce TV de seyrettiğim bir genç aklima geldi... . Beni o günlerde çok etkileyen , uzun uzun tefekkür etmeme sebep olan hikayeyi burada sizlerle de paylaşmak istedim..

Yıl 1999 Ağustos ayı, TV de röportaj yapılan genç 20li yaşlarda.. Üç dört arkadaşıyla Amerika'dan Türkiye’ye tatile gelmiş. Tatil planlarında önce birkaç gün İstanbul'da kalmak sonra da Antalya’ya giderek oradan ülkelerine dönmek varmış. İlk günün ardından bakmışlar İstanbul birkaç günde gezilemeyecek, önce Antalya’ya gitmeye, dönüşte İstanbul’da daha uzun zaman geçirmeye karar vermişler.

Onların Antalya’ya hareket ettikleri gecenin sabahında, o malum büyük Marmara depremi olmuş. Sabah Antalya’ya indiklerinde anlamamışlar tabi ne olup bittiğini . Ancak günün ilerleyen saatlerindeki telase ve Tv deki yayınlardan anlıyorlar olan biteni ve nasıl bir felaketten kılpayı kurtulduklarını... Neyse birkaç günlük Antalya tatilinin ardından İstanbul’a geri dönmeleri gerekiyor otobüsle.. Yol güzergahı tam da deprem bölgesinden geçiyor.. Şaşkın ve korku dolu gözlerle birkaç gün önce geçerken sapasağlam gördükleri şehrin enkaz haline dönüşmüş evlerini seyrediyorlar. Tam da enkaz kaldırma çalışmaları yapıldığından trafik zaman zaman duruyor , çok yavaş ilerliyor. 

Böyle şaşkın etrafi seyrederken bir şeye takılıyor... Tamamen yıkılmış bir ev enkazının yanıbaşında , toz , toprak , çamurun ortasında bir yaşlı dede yere bir gazete parçası koymuş, üzerinde eğilip kalkıp bişeyler yapıyor. Dikkat ediyor. Sanki dünya bir yana, yıkıntılar bir yana, o dede bir yana .... Öylesine huzurlu ve huşu içinde bir duruş... Soruyor etrafındakilere bu adam ne yapıyor diye..... Namaz kılıyor diyorlar... Namaz nedir diyor.. Namaz müslümanların ibadetidir diyorlar.. Rableri huzurunda duruşudur...

Ne oluyor biliyor musunuz... O genç ülkesine dönemiyor... Hiçbir yere gitmiyor... Otobüsten iniyor... Deprem bölgesinde kalıyor... Enkaz kaldırmaya yardım ediyor... İnsanların elinden tutuyor... Onların kardeşi, çocukların abisi oluyor .... O güne kadar hiçbir dine mensup olmamış , inancı hiç yokken Allahın varlığına iman ediyor ve müslüman oluyor...

Kendisinden dinledim TV programında diyordu ki ‘O dedeyi gördüğüm an her şey değişti... İşte dedim ben bir gün bir dine inanacaksam, böyle olmalı iman dediğin . dünya yıkılsa yıkılmamalı...Böyle olmalı ibadet dediğin, Rabbının huzurunda olabilmelisin, her ortamda her an , her dilediğinde, tövbe kapısı açık olmalı, her an dua edebilmelisin arada kimse olmamalı, benim aradığım din işte bu dedim ve iman ettim’

Aradan zaman geçip de , enkaz bölgesi sakinleşince umreye gidiyor. Yerinde görmek istiyor her şeyi, Kabe de bulunmak, o maneviyatı orada hissetmek istiyor... Dönüşü Medine’den olacak ... Uçak saatinden önce son kez Mescid-ül Nebevi’yi ziyaret ediyor ve sevgili Peygamberimiz SAV ‘in kabrinin önünde dua ediyor... Sonra havaalanına geliyor. Uçağa binecek, bakıyorki saati durmuş. Halbuki saati öyle bir saat ki , hani şu dağcıların, dalgıçların kullandığı cinsten... En derin sulara en yüksek basınçlara dayanıklı.. Bozulması, durması mümkün değil. Pili bitmiş olmalı diye düşünüyor. Türkiyeye gelince baktırırım diyor. Ancak saatçiye gösterdiğinde şaşırarak farkediyorlar ki pilinde bir şey yok. Hatta bozulması için bir sebep yok. Ama durmuş. Çalıştıramıyorlar . Durduğu saat tamda Peygamber efendimizin huzurunda dua ettiği an... Düşünebiliyor musunuz yüklendiği enerjiyi...
Televiziyon röportajı sırasında saati hala kolunda idi. Onu hiç çıkarmamıştı. O ani unutmamak için. Her ani Onunla yaşamak için hep kolunda taşıyordu...Ve baktıkça kendini huzurda hissettiğini söylüyordu.... Allah son anına kadar iman ile yaşamayı ve herkese örnek olmaya devam etmeyi nasib etsin...

İşte Rabbim bakmasını bilene görmeyi böyle nasip ediyor.. O dede namaz kılarken kimbilir kaç kişi baktı... Ama o genç, sadece bakmıyordu... Gördü.........Ve Rabbim nasip etti , iman edenlerden oldu.... Allah hepimize gerçekleri görebilecek gözler nasip etsin ... Amin!


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]