Bizim Şemsimiz, Bizim Güneşimiz, Bizim Aşkımız Sevgili Babamız;
Sevgi ve saygıyla selamlıyorum sizi.
Bu sabah kalktığımda sabah ezanı okunuyordu. Ben de ezanı dinlemek için balkonun kapısını açtım dışarıya bakarken balkonumuzun bir köşesinde kurumayı bekleyen masa üstündeki cevizlere gözüm ilişti. Rahmetli babamın dikmiş olduğu cevizlerden annem bir miktar toplamış bize getirmişti. Ben de biraz yaş olduklarından kuruması için masa üstüne yaydım. Ara sıra karıştırıyorum öyle ses çıkarıyorlar ki. O an düşündüm. Sadece ülkemizde değil tüm dünyada ne çok ses var tıpkı bu cevizler gibi dedim. Fakat cevizin içi sessiz ve lezzetli. Ancak bu lezzeti tadabilmek için önce cevizin kabuğunu kırmak ve içine erişmek gerekiyor. Evrenin özü olan insana ve insanın kendi içine erişemedikten sonra, ceviz kabuğu misali bu dünyadan ne lezzet, ne tat alabiliriz. Sadece kuru kuru ses çıkarıp birbirimizle didişip dururuz. Islam dininin de maalesef dışında yaşıyoruz yani şekilden öze inemedik. O yüzden bu kadar mutsuz, huzursuz, doyumsuz, tembel, sürekli tüketen, şikayet eden, edepsiz, depresif kabuklu insanlarla doldu dünyamız…
Aklıma Hz. Mevlana’nın bir sözü geldi:
Ey cevizin kabuğundaki adamcağız, çünkü sen beni tanımıyorsun. Sen cevizin kabuklarının birbirine vurmasından duyulan dedikodu sesinden hoşlanıyorsun. Ben ise cevizin içi ve lezzetiyim. Hiç kırıp yememişsin ki beni, nereden bileceksin.
Mevlam cümlemizi ceviz kabuklarından kurtarıp içini ve lezzetini tadanlardan olmayı nasip etsin inşallah.
Hürmetle ellerinizden öpüyorum.
Kızınız
Cahide