Aziz Büyüğüm, Çok Değerli Dostlar,
Hayırlı, feyiz ve huzur dolu günler dileğiyle…
Selamlar, saygılar, sevgiler…
Çiğdem Seçkin Gürel
Emir Sultan Hz. (6. Bölüm)
Başkasına Niçin Gidilmez?
Şeyhülislâm Molla Fenârî, Emîr Sultan'dan icâzet, diploma aldıktan sonra, Ulu Câmide vâz verirdi. Bir gün vâz vermek için yine kürsüye çıkmıştı. Emîr Sultan Hazretleri bir talebesini, bir şeyler almak için çarşıya göndermişti. Bu talebe, Şeyhülislâmın vâz vereceğini duyunca, kendi kendine; "Gidip vâzı dinliyeyim, Şeyhülislâmın hayır duâsını alayım." diye düşünerek Ulu Câmiye gitti. O ânda câmide zelzele olmaya başladı. Cemâatin bir kısmı dışarıya kaçtı. Fakat, dışarıda zelzele olmadığı görüldü. Bu durumdan haberi olan Şeyhülislâm, murâkabeye daldı. Sonra cemâate dönüp;
"İçinizde Emîr Sultan'ın hizmeti ile emr olunan kim ise, çabuk câmiden dışarı çıksın. Yoksa bizi helâk ettirecek." dedi.
Talebe hemen dışarı çıktı. Câminin sallanması durdu. Bu talebe işini görüp dergâha gitti. Emîr Sultan'ın huzûruna girdi. Talebe selâm verdi. Emîr Sultan başını kaldırıp, sâdece talebeye baktı. Talebe, hocasının heybetinden düşüp bayıldı. Ayılınca, Emîr Sultan ona;
"Ey oğlum! Dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlarınız karşılanmadı mı ki, başkalarından yardım beklersiniz. Bir kimse hocasından çeşit çeşit nîmetlere kavuşurken, gidip başkasından yardım istemesi, ona suâl sorması, ilim öğrenmesi, hem ayıp, hem gevşekliktir." buyurdu.
O Sahibine Teslim Oldu
Sultan İkinci Murâd Hanın otuz bin akçe değerinde bir atı vardı. At, yanına kimseyi yaklaştırmıyordu. Birgün Sultan Murâd, Emîr Sultan'ı ziyâret için gittiğinde;
"Biz sizin için bir at almıştık. Siz nasıl isterseniz öyle yapalım. Atı getirecek birisini verin de atı size gönderelim." dedi.
Bu arada Emîr Sultan'ın yanında bulunan talebelerinden, Hacı Baba denilen bir zât vardı. Sultânın sözü üzerine;
"Ah! Hocam bu hizmeti bize verse de, atı alıp gelsem, atın timar ve bakım işlerini yapsam." diye kalbinden geçirdi.
Emîr Sultan Hazretleri ona dönerek;
"Ey Hacı Babam! Gidin o ata, "Senin şimdiki sâhibin, Allahü Teâlânın emrine mutî olup, fermânına mahkûm olmuştur. Sen dahî sâhibine tâbi olup, Allahü Teâlânın emrine itâat edip, kötü huylardan vazgeçer misin?" deyin. Bakalım ne işâret eder?" dedi.
O da hemen atın yanına gidip, hocası Emîr Sultan'ın dediklerini söyleyince, at üç defâ başını önüne eğip kaldırdı. O, hemen hocasının yanına gidip durumu arz etti.
Bunun üzerine Emîr Sultan;
"Hacı Baba, o kötü huylarını terk etti. Siz ondan kaçmayın, onu tımar edin." dedi.
Bunun üzerine, Hacı Baba, hiç korkmadan atı alıp, eve getirdi. Emîr Sultan Hazretleri o ata binip, Cumâ günleri câmiye giderdi. Hacı Baba da, her gün o ata binerek pazar işlerini görürdü. O atı bir kenara bağlar, çarşıya giderdi. At, yanına yaklaşmak isteyen bâzı kimselere saldırır, onları öldürmek isterdi. Onlar, o attan canlarını zor kurtarırlardı. Daha sonra bu saldırdığı kimselerin bid'at, kötü îtikâd sâhipleri olduğu anlaşıldı. Atın yanından Ehl-i sünnet itikâdında olan biri geçse, ona başını eğip, sâkin sâkin dururdu. Bu hâli o kadar meşhûr olmuştu ki, çarşı halkı o atı görünce, bid'at sâhiplerine yanına yaklaşmamaları için tenbihte bulunurlardı.
Esaretten Kurtuluş
Talebelerinden Yahyâ isimli bir zât düşman ile yapılan savaşlardan birine katılmak istedi. Bunun için hocası Emîr Sultan'dan izin aldı. Emîr Sultan;
"Bu gittiğin gazâdan başka gazâya gitmeyesin." diye tenbihde bulundu ve onun için hayır duâ etti.
Düşmana karşı yapılan savaşa katıldı. Düşman yenildi ve çok mikdârda ganîmet elde edildi.
Aradan zaman geçti. Arkadaşları o talebeye;
"Bir gazâya daha gidelim, sen hayırlı bir kişisin, aramızda bulun." dediler.
Onlara;
"Hocam ikinci defâ savaşa katılmama izin vermedi." demesine rağmen, arkadaşları ısrar etti. Onların ısrârına dayanamayarak yola çıktı. Yolda kalabalık bir düşman topluluğu ile karşılaşınca savaşa başladılar. Bu savaşta kimisi şehîd oldu, kimisi esir düştü. O talebe de esirler arasında idi. Onları bir kaleye götürüp, zindana attılar.
Yahyâ Efendi, hocasını vesîle ederek Allahü Teâlâya yalvarıyordu. Bir gün kale kapıcısının bir yakını, onu yanına getirtti. Yanındaki adamları çıkardı. Başbaşa kaldılar. Ondan hocası Emîr Sultan'ı sordu. Kendisinin îmân ettiğini söyledi. Sonra ona;
"Bundan sonra sana düşman elbisesi versinler, çekinmeden giy.
Ben de onlara;
"Bu esir, bizim dînimize girdi, buna zahmet vermeyin diyeyim. Sen, hiç olmazsa tenhâ yerlerde Allahü Teâlâya ibâdetle meşgûl olursun." dedi.
O da onun dediklerini kabûl etti. Tenhâ yerlerde Allahü Teâlâya yalvarıp, hocasını düşünüyordu. Bir gün oturduğu yerde, kulağına çeşitli gürültüler geldi. Bir alay askerin yaklaştığını sandı. Kalbinden de; "İnşâallah, kurtuluş zamânı gelmiştir." diye geçiriyordu. O sırada kendisini bir elin tuttuğunu gördü. Fakat elin kime âid olduğunu tahmin edememişti. Birden kendisini Bursa'da buldu. Düşman diyârında iken günlerden Cumâ idi. Bursa'daki müslümanların Cumâ namazı için câmiye gittiklerini gördü. Bulunduğu yer, hocasının dergâhına yakın bir yer idi. Karşı tarafta birkaç kişi;
"Bu filân değil midir?" diye söyleşiyorlardı.
Onu ismiyle hatırladılar, fakat üzerindeki düşman kıyâfeti onları şaşırtmıştı. Gidip durumu Emîr Sultan'a anlattıklarında,
"O, bizim dostlarımızdan olup, yedi yıldır düşman elinde esir idi. Kurtulması için Allahü Teâlâya yalvarıyordu. Elimizi uzatıp, Allahü Teâlânın yardımı ile kurtardık. Gidip onu yanıma getirin."
Onlar Yahyâ Efendiyi Emîr Sultan'ın huzûruna götürdüler. Emîr Sultan Hazretlerinin eşiğine yüz sürdü ve teşekkür etti. Ondan sonra uzun yıllar hocasının hizmetinde bulundu.