Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Aile Reisi ve Baba Olarak Hz. Peygamber-2
Gönderen : Mehmet Günşiray
Tarih : 1/23/2013 11:34:51 AM


 


 


Efendim, Hepimizin Mevlid Kandili mübarek olsun, hayırlara vesile olsun bütün insanlık alemi için inşallah.


 


Hürmet ve sevgilerimle.


 


 


 


Aile Reisi ve Baba Olarak Hz. Peygamber-2


Hz. Peygamber, yeni doğan çocuklara duâda bulunur, kulaklarına ezan ve ikamet okur, isim koyardı. Daha sonra ilk yedi gün içinde sünnet ettirmek, başındaki ilk tüyü traş edip ağırlığınca tasaddukta bulunmak, akika kurbanını kesmek gibi mevzularla yakından alâkadar olurdu. Çocuk su istediğinde, hiç bekletmez hemen verir, belki de çocuğun asabi olmaması için buna çok özen gösterirdi.

Hz.Peygamberin çocuklara karşı tavrında en dikkat çekici yönlerinden biri, onlara karşı izhar ettiği sevgidir. “Çocukları cennet kokusu”, “gözümün nuru” diye târif eder, “her öpücük için cennette beş yüz yıllık mesâfesi olan bir derece verilir” diyerek çocukların sevgiyle yetiştirilmesini tavsiye ederdi.

Günümüz babalarında görülen, çocuk, iyi, neşeli ve problemsiz iken çocuğa gösterilen ilgi, Hz.Peygamberin hayatında hep vardı. Çocuğun ağlamaya terk edilmesine hiç taraftar değildi. Namaz kıldırırken bir çocuk ağlaması işitse, annenin de namazda olacağını düşünerek en kısa surelerle namazı tamamlardı. Hatta çocuk kucağında üstüne akıttığı zaman, akıtmasını kestirmemiş, müdâhale etmek isteyene “bırakın oğlumu, tamamlasın” demiştir.

O, çocuklarına, torunlarına şefkatle muâmele eder, böyle davranırken de dikkatlerini Allah’ın dinine çekerdi. Onları bağrında beslerken yüzlerine tebessüm eder, okşar ve aziz tutar, bu arada onların uhrevî meseleleri ihmallerine de rızâ göstermezdi. Günlük yaşamla ilgili hataları görmezden gelir, takva ile çelişebilecek istek ve arzularını, yumuşak bir üslupla ve âyetler ile reddederdi.

Kendisine on sene hizmet eden Enes b. Malik: “Aile fertlerine karşı, Hz. Peygamberden daha şefkatlisini görmedim” demiştir.

Torunlarını okşar, sever; kirlenmiş yüzlerini temizler; onları dört ayak üstünde sırtında taşır; namazda secdede sırtına çıkarlarsa, ininceye kadar secdeyi uzatırdı. Bir gün Hasan ve Hüseyin sırtında iken Hz. Ömer içeri girdi. Onları böyle şerefli bir yerde görünce, “ne güzel bineğiniz var” dedi. Ve hemen O gönüller sultanı şöyle mukabele etti: “Ya, ne güzel süvariler onlar!” Bu ilgi sadece erkek torunlara değildi. Kız torunu olan Ümâme’yi de aynı şekilde sever, süslü bir giyimi ona yakıştırırdı. Namaz kılarken sırtına çıkarsa, secde yapacağı zaman yere kor, secdeden kalkarken de yine omzuna alırdı. “Bağış ve ihsanda çocuklarınızın arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım.” derdi.

Zeyd İbn Harise, Rasûlullahın âzatlısıdır ve azatlılarının en meşhurudur. Üsâme de onun oğlu olduğu için Ebû Üsame diye künyesi vardır. Rasûlullah her ikisini de çok sevdiği için Hıbb-ı Rasûlullah (Allah Rasûlünün sevgilisi) bilinirlerdi. Zeyd İbn Harise, cahiliye devrinde bir baskınla kaçırılıp, Ukaz panayırında köle olarak satılmıştı. Hakim İbn Hızam onu, halası Hatice adına satın almıştı. Bilâhare Hz. Hatice, onu zevci Muhammed’e (s.a.s.), daha peygamberlik gelmezden önce bağışlayacaktır. O sıralarda, henüz sekiz yaşında bir çocuktur. Zeyd´in babası oğlunun izini bulur, onu kurtarmak ister. Rasûlullah, gitmek ya da kalmak hususunda serbest olduğunu bildirir. Zeyd babasıyla dönmeyi istemez. Bu karara çok şaşıran babasına, “ben onda öyle bir şey gördüm ki ebediyen ondan ayrılmam” şeklinde açıklamada bulunur. Rasûlullah´ın yanında kalmayı tercih eder. Aleyhissalâtu vesselâm onu âzâd edip, evlâtlık edinir.

Bir çocuk, kendisine kan bağı olmayan birinde nasıl bir içtenlik, nasıl bir yakınlık, sevgi, alaka ve saygı görmüştür ki, Onu öz babasına tercih etmiştir? Üstelik babasını uzun zamandır görmediği ve özlediği halde. İnsan anlamakta güçlük çekiyor doğrusu. Ancak Hz. Peygamberin hayatı, kişiliği, sonsuz merhameti ve bütün insanlara beslediği eşsiz sevgisi düşünülecek olursa, bu anlaşılabilir. Sayılan sıfatların bir insanda toplanması ve bu gün belki de böyle modellerden yoksun oluşumuz bu güzîde tercihi anlamamızı zorlaştırıyor.

Üsâme İbn Zeyd, Rasûlullah’ın terbiyesinde yetişmiş bahtiyarlardandır. Hz. Âişe der ki: “Üsâme bir gün kapının eşiğine takılıp düştü, alnı kanadı. Aleyhissalâtu vesselâm bana: "Şu kanı temizleyiver!" dedi. Ben iğrenerek ağırdan almıştım. Rasûlullah (s.a.s.), o kanı emip püskürttü ve şöyle dedi: “Eğer Üsâme kız olsaydı, (ona güzel elbiseler) giydirir, takılar takar (onu cazip kılar) dım.”

İyi Muâmele ve Sabır: Hz. Ebû Hüreyre anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: "Mü´minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır."



İbn Abbas anlatıyor: "Rasûlullah buyurdular ki: "Sizin en hayırlınız, ehline karşı en iyi davrananınızdır. Ben aileme en iyi olanınızım.”

Rasûlullah (s.a.s.) kadınlara iyi davranmayı emretmiş, en hayırlı kimsenin, hanımına en iyi davranan kimse olduğunu belirtmiştir. Şüphesiz "iyi davranma" izafi bir durumdur. Bu "iyilik"in içine öncelikle kadınların haklarına hakkıyla riâyet gelir: Nafaka hakkı, tahkir edilmeme, hatalarını başına kakmama gibi hadislerde belirtilen haklara riâyet. Ayrıca onların bir kısım huysuzlukları, kıskançlıkları karşısında sabretmek, terbiyelerinde iyi davranmak, geçimi iyi yapmak... hep kadınına karşı iyi olmanın içine girer. Ancak kişinin "en iyi" olması için kadınına karşı iyiliğin yetmeyeceği de açıktır. Âyet ve hadislerde, bunun için başka şartlar da sayılmıştır: Takvâ, zühd, amel-i salih... gibi. Şu halde o şartları yerine getiren, hanımına karşı da iyi olunca iyilikte kemale yaklaşmış olur. Rasûlullah’ın zevcelerine karşı davranışları ile kadın hususundaki tavsiyeleri tahlil edilince bu "iyilik"ten kastedilen teferruat ortaya çıkarılabilir.

Rasûlullah, “Kadın eğe kemiği gibidir, doğrultmaya kalkarsan, kırarsın. Onu bırakırsan eğri olduğu halde istifade edersin.” buyurarak sert, haşin davranışlardan uzak durmakla beraber, ilgi ve alakanın hiçbir şekilde kesilmemesi gerektiği ikazında bulunmuştur. Kadın, erkekten daha hassas, daha ince mizaca sahiptir. Hz. Peygamber bu telâkkî ile, bazı fırsatlarda “zevcelerini camdan yapılmış şişeye” teşbih buyurmuştur.

Öyle ise hoşa gitmeyen davranışlarına karşı anlayış ve müsamaha esas olacaktır. Ashâba bir hatırlatması şöyledir: “Kadınlarınızı nasıl köle ya da hayvan döver gibi dövüyor, sonra da akşam olunca utanmadan, beraberce yatıyorsunuz?” Buna rağmen eşlerini dövenlere ya da dövmek isteyenlere, “Dövün (ancak bilin ki kadını) sadece şerlileriniz döver.”

Bilindiği üzere Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz.Hatice’nin vefatından sonra birçok izdivaç yapmıştır. Birbirine rakip durumdaki hanımların geçinmesi ise pek zordur. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s.) sabrı, anlayışlılığı, kadını iyi tanımasından dolayı, onları da birbirlerine yaklaştırmış, arkadaş olmalarına zemin hazırlamış, arada bir cereyan eden kıskançlık ve (birbirlerini) çekememezliklerine bazen gülümseyip geçmiş, bazen küsmüş, bazen uyarmıştır. İşte bunlardan bazıları:

Hz. Âişe anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.s.), balı ve tatlı şeyleri severdi. Ayrıca, ikindi namazlarını kıldıktan sonra her gün kadınlarını teker teker ziyaret eder, her biriyle sohbette bulunurdu. Bu ziyaretlerinin birinde Hz. Hafsa’nın yanına girmişti. Bu defa onun yanında, her zamanki kaldığı mutad (alışılmış) müddetten fazla kaldı. Ben bunu kıskanarak sebebini Rasûlullah´ın diğer hanımlarından sordum. Bana: "Yakınlarından bir kadın Hafsa´ya bir okka (Tâif) balı hediye etti, Rasûlullah’a (s.a.s.)ondan şerbet yapıp ikram etmiş olmalı, (o da şerbet hatırına sohbetini biraz uzatmıştır)” dediler. Ben: “Öyleyse, kasem olsun biz de ona mutlaka bir hile kurmalıyız!” dedim. Sevde’ye: “Hafsa´dan sonra sıra senin, O girince sana yaklaşacak. Sana yaklaşınca O´na: “Ey Allah´ın Rasûlü! Sen megâfir (urfut denen ve meşeye benzeyen bir ağaçtan sızan pis kokulu püs´e denir) mi yedin?” diyeceksin. Ben biliyorum ki, O sana “Hayır!” diyecek. O zaman sen de: ?”Öyleyse senden burnuma gelen bu koku da ne?” diyeceksin. Bir rivâyette Hz. Âişe şu açıklamayı yapar: "Rasûlullah (s.a.s.) kendisinde kötü bir koku hissedilmesine tahammül edemez, buna çok üzülürdü, bu sebeple gerçeği itiraf ederek, muhakkak "Hafsa bana bal şerbeti ikram etti" diyecek. O zaman sen kendisine “Demek ki arı, balını urfut ağacından almış” diyeceksin. Senden sonra bana uğradığı zaman ben de böyle hareket edip aynı şeyleri söyleyeceğim. Ey Safiyye, sana uğradığı zaman sen de aynı şeyleri söyle, dedim.” Hz. Âişe anlatmaya devam etti: "Sevde (bilâhere bana) dedi ki: "Kendinden başka ilâh bulunmayan Allah´a kasem olsun, bana tenbih ettiğin şeyleri, Rasûlullah (s.a.s.) kapıdan görünür görünmez, senden korktuğum için (unutmadan) hemen söylemek istedim.” Ne ise, Rasûlullah (s.a.s.) kendisine yaklaşınca Sevde: “Ey Allah´ın Rasûlü meğâfir mi yediniz?” der. “Hayır!” cevabını alır. Bunun üzerine aralarında şu konuşma geçer: “Öyleyse bu koku da ne?” “Hafsa bana bal şerbeti ikram etti.” “Demek ki arı urfut yemiş.” Hz. Âişe anlatmaya devam ediyor: “Rasûlullah (s.a.s.) bana uğrayınca ben de aynı şeyleri söyledim. Keza, Safiyye´ye uğrayınca O da aynı şeyleri söyledi. Müteâkiben Rasûlullah (s.a.s.) Hafsa´nın yanına girince: “Ey Allah´ın Rasûlü sana o şerbetten ikram edeyim mi?” diye sorar. Hz. Peygamber (s.a.s.) “Hayır, ihtiyacım yok!” cevabını verir.



Hz. Âişe anlatıyor: “Safiyye Binti Huyeyy´in devesi hastalandı. Zeyneb Binti Cahş´ın yanında fazla deve vardı. Rasûlullah (s.a.s.) ona: “Safiyye´ye bir deve ver!” buyurdu. Zeyneb: “Ben bu yahudi kızına deve mi verecek mişim?” diyerek reddetti. Rasûlullah (s.a.s.)ona kızıp, Zilhicce ve Muharrem ayları ile Safer ayının bir kısmı boyunca küstü.”

Hanımların bazı kusurları ise eğitime fırsat olarak değerlendiriliyordu, Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından. Yine Hz. Âişe anlatıyor: "Safiyye gibi güzel yemek yapanı görmedim. Bir defasında Rasûlullah (s.a.s.) benim odamda iken, Safiyye ona yemek yapıp göndermişti. Çok şiddetli bir kıskançlık hissettim. Öyle ki beni bir titreme sardı, kabını kırdım. Rasûlullah (s.a.s.) “annenize kıskançlık geldi? buyurdu (ve başka hiçbir şey söylemedi). Sonra da pişman oldum ve: “Ey Allah´ın Rasûlü dedim, yaptığım bu hareketin keffâreti nedir?”, “Tabağa aynıyla tabak, yemeğe misliyle yemek!” buyurdular.”

Hz. Âişe: “Ey Allah´ın Rasûlü, sana Safiyye´deki şu şu hal yeter!” demiştim. (Bundan memnun kalmadı ve): “Öyle bir kelime sarf ettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp) ifsat edecekti.” buyurdu. Hz. Âişe ilaveten der ki: “Ben Rasûlullah’a (s.a.s.) bir insanın (tahkir maksadıyla) taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi: “Ben bir başkasını (kusuru sebebiyle söz ve fiille) taklit etmem. Hatta (buna mukabil) bana, şu şu kadar (pek çok dünyalık) verilse bile!”



Eğitim ve Öğretim: Rasûlullah’ın (s.a.s.) aile ocağı aynı zamanda bir mekteptir. Bu mektep, meselesi olan kadın-erkek bütün Medinelilere açık idiyse de talebe olarak, öncelikle ümmühat-ı müminine aitti. Onlar buranın devamlı ve asli talebeleri idiler. Bu mektebe, nikâhla yapılan kayıtla talim başlıyordu. Nitekim Rasûlullah (s.a.s.), hanımlarla evlenir evlenmez, gerekiyorsa ismini değiştirmiştir. Cüveyriye, Meymune isim değiştirenlerdendi. Hz. Peygamber (s.a.s.), uygunsuz ismi sevmez, hanımlarına hoşlanmayacakları lakaplarla hitap etmezdi. Normal isimleri ne ise onunla hitap ederdi. “Ey Âişe!”, “Ey Zeyneb!” gibi. Rivâyetler, Şifa adlı, muhacirundan, okuma yazma bilen bir kadını Hz. Peygamberin (s.a.s.) Hz. Hafsa’ya yazı ve bazı tedavi usullerini öğretmek üzere muallime olarak istihdam ettiğini haber verir.

Hz. Peygamber (s.a.s.), hanımlarının yetişmesine gayret eder, hepsinin beraber olduğu akşam toplantılarında eğitici sohbetler yaparlardı. Ve Rasûlullah’ın (s.a.s.) refakatinde bilgilenen hanımlar, bilgi ve tecrübelerini diğer kadınlara (hatta Hz. Peygamberin (s.a.s.)vefatından sonra, kadın-erkek herkese) aktarmaya hazır hale gelirlerdi. Hz. Peygamberin (s.a.s.) ev halkı, şehir dahilinde ve haricindeki kadınları kabul eder, itikadi konularla ilgili Hz. Peygamberin (s.a.s.)talimini onlara bildirerek, din eğitimindeki rollerini yerine getirirlerdi.


 


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]