Sizden Gelenler

 

subHeader_l

Konu : Aile Reisi ve Baba Olarak Hz. Peygamber-3
Gönderen : Mehmet Günşiray
Tarih : 1/25/2013 1:07:29 PM



 


 


Efendim, hayırlı cumalar, hürmetler, dualar…


 


Aile Reisi ve Baba Olarak Hz. Peygamber-3


Rasûlullah (s.a.s.), ailede gördüğü veya işittiği menfi durumlara her seferinde müdahale ederdi. Bir seferinde Hz. Âişe, kız kardeşi Esmâ ile otururken, Rasûlullah (s.a.s.) içeri girer. Esma’nın üzerinde geniş kollu (yukarı sıyrılıp açılabilen) veya şeffaf sayılabilecek çok ince bir elbise mevcuttur. Rasûlullah (s.a.s.), Esmâ’yı görür görmez derhal çıkar. Hz. Âişe, Esmâ’ya: “uzaklaş, Rasûlullah (s.a.s.) sende hoşlanmadığı bir şey gördü” der. Esma çıkar. Rasûlullah (s.a.s.) tekrar gelince Hz. Âişe niçin çıktığını sorar. Hz. Peygamber (s.a.s.) “görmüyor musun durumu, müslüman bir kadının şu kadarı görülebilir” der ve elleri ile yenlerini tutup, parmaklara kadar kısmını örter, sonra da elleri ile şakaklarını örter. Sadece yüzünü açık bırakır.” Dikkati çekmesi gereken husus, hoşlanmadığı bu manzara karşısında bağırıp çağırmamış, öfkelenmemiş, bunu eğitim fırsatı olarak değerlendirmiştir.


Rasûlullah’ın (s.a.s.) âilesinde çocukların talimi mühim meselelerden biridir. Doğumla birlikte çocuğun kulaklarına ezanın okunması, talim işinin ne kadar erken ele alınması gerektiğini sembolize eder. Fiilen tâlime konuşma yaşında ve Kur´an´ı Kerim’den Âyetler ezberletilerek başlandığını şu rivÂyetler haber vermektedir: İbn Şuayb der ki, “Abdulmuttalib oğullarından bir çocuk konuşmaya başlayınca Hz. Peygamber (s.a.s.) “el hamdülillahillezî lem yettehiz veleden ve lem yekun lehû şerîkün fil mülki” Âyetini yedi sefer okutarak tâlim ederdi.


İlk öğretilecek şeyin Lailahe illallah olmasını da emreden Hz. Peygamber (s.a.s.), akıl ve muhakemeye müteallik talimin temyiz yaşından itibaren sistematize edilmesini irşat buyurur. Bundan dolayı yedi yaşında çocuk namaza alıştırılır, on yaşından itibaren düzenli kılması beklenir. Aile bu noktada öyle hassas olmalıdır ki, çocuğu dövmeye mahal kalmayacak şekilde, on yaşına gelinceye dek namaz eğitimini tamamlamış olmalıdır. Ayrıca çocuğa yazı, yüzme, ata binme gibi diğer bilgilerin öğretilmesi de Hz. Peygamberin (s.a.s.)emirleri arasındadır.


Terbiyesinde olan çocuklara karşı davranışlarını, sevgi ve müsamaha üzerine bina etmiştir. Hatalarını tashihte de aynı yolda devam etmiş, azar, tenkit, tahkir, surat ekşitme gibi yollara başvurmamıştır. Hz. Enes on yıl boyunca Hz. Peygambere (s.a.s.) hizmet ettiğini, hataları, yanlışları olduğunda bile hiç azar işitmediğini, bir kere olsun “of be” demediğini, “niçin böyle yaptın, şöyle yapsaydın” şeklinde eleştirmediğini rivÂyet eder.


Abdullah İbn Amir anlatıyor: "Bir gün, Rasûlullah (s.a.s.), evimizde otururken, annem beni çağırdı ve: "Hele bir gel sana ne vereceğim!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm anneme: “Çocuğa ne vermek istemiştin?” diye sordu. “Ona bir hurma vermek istemiştim? deyince, Aleyhissalâtu vesselâm: “Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir yalan yazılacak!” buyurdular.”


Bu hadisin çocuk terbiyesiyle sıkı alâkası vardır. Efendimiz, terbiyede hiçbir surette yalana yer verilmemesini irşat buyurmaktadır. Bilhassa ağlayan çocuklara bazen yapılmayacak veya verilmeyecek şey vaat edilir, yahut da olmayacak şeyle korkutulur. Bunların hepsi neticede "yalan" olmakta birleşir. Rasûlullah (s.a.s.), bütün bunların haram olduğunu, çocuk terbiyesinde hiçbir surette yalana yer verilmemesi gerektiğini ifade buyurmaktadır. Hadis, çocuğun, böyle basit durumda bile yalandan uzak tutulmasını vurguladığına göre, ciddi durumlarda yalana yer vermenin nasıl büyük bir hata ve yanlış olduğunu ifadede beliğ bir örnektir.


Hz. Peygamber (s.a.s.), çocukların cemiyet şartları içerisinde yetişmesine dikkat ederek, aile dışı temaslara imkân vermiştir. Çocukların bir kısım hizmetlere koşulması, bayram, düğün, ziyafet, mescidin cemaati gibi içtimai tezahürlere iştirak ettirilmeleri, çocukların aile dışı kimselerle karşılaşmasına imkân vermekte, böylece içtimaileşmeleri gerçekleştirilmektedir. Bunların sünnette örneği çoktur.


Adâlet: Rasûlullah’ın (s.a.s.) evlilik hayatı deyince ilk nazar-ı dikkate çarpan husus, birçok hanımla evlenmiş olmasıdır. Bu meseleye değinmekteki maksadımız çok evliliğinin en önemli sebebini vurgulamak ve zevceleri arasında gözettiği adâletin Kur´an´ı Kerim’le nasıl bütünleştiğini göstermektir.


Hemen şunu belirtelim ki, yirmi beş yaşında iken, kendisinden on beş yaş büyük bir kadın olan Hz. Hatice ile evlenip elli küsur yaşına kadar onunla yetinen Hz. Peygamber´in, İslam ahkâmının teşrî ve neşir safhası olan Medine hayatında çok sayıda kadınla evlenmesinin birinci sebebi peygamberlik vazifesi ile ilgilidir. Sünnetinin aile hayatında geçen safhasının tesbitini, onların kadınlara intikal ve neşrini bu hanımlar yapmıştır. Alimler, "Dünyanızdan üç şey sevdirildi..." rivÂyetinde, bunlardan birinin, "kadın" olduğunu söyleyen hadisi açıklarken, kadınların, Rasûlullah tarafından sevilmesini, onların "İslâm´ın neşrine olan hizmetleri" sebebiyle izah ederler.


Çok kadınla evlenmede dikkat çeken bir diğer sebep siyasî yöndür. Müteakiben görüleceği üzere Hz. Safiyye ile evlilik, Hayber Yahudileri ile sıla-i rahm´e vesile olmuş, Cüveyriye ile evlilik Benî Müstalik´ten yedi yüz kadar harp esirinin bedava azatlıklarını sağlamıştır. Mekkelilerin lideri Ebû Süfyan´ın kızı Ümmü Habibe ile evlilik, EbûSüfyan´ın bozulan Hudeybiye Sulhü´nü yenileyebilmek için, kızını bahane ederek Medine´ye gelmesine, Hz. Peygamber´in hane-i saadetlerine kadar girmesine yol açmış, bu durum onun hasmane duygularını törpülemiştir. Diğer evliliklerinin her birinde tıpkı neşr-i din gibi siyasî bir yönün dahi varlığı inkâr edilemez.


 Rasûlullah´ın evlilik bağının siyasî yönünü nasıl kullandığını anlayabilmek için İslâm´ın ilk baştaki kuruluş ve neşrini sağlayan siyasî lider kadronun evlilik bağıyla birbirine nasıl kenetlendiğini ibretle tetkikte zaruret var: Hülefa-i Raşidîn denen bu çekirdek kadro, evlilik bağlarıyla birbirlerine perçinlenmiş gibidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer´in kızlarını almış, onlara damat olmuştur. Hz. Osman ve Hz. Ali´ye kızlarını vermiş, onları kendine damat yapmıştır. Hz. Ali ile olan akrabalık bağının, Hz. Osman´daki eksikliğini, ona ikinci bir kızını da vererek telafi etmiştir. Hz. Hafsa ile evlenmeleri hususundaki teklife menfi cevap verdikleri için Hz. Osman ve Hz. EbûBekr´e karşı kırgınlık içine düşen Hz. Ömer´i memnun etmek ve öbürlerine karşı kalbinde yerleşecek bir gücenmeyi ve bunun kadroda hasıl edeceği çatlağı bertaraf etmek için Rasûlullah´ın Hz. Hafsa´yla evlenmesi fevkalâde siyasî bir ameliyedir.


Hz. Peygamberin (s.a.s.) sünnetindeki ideal olan ailevi değerleri( karı-koca münasebetleri, terbiyevî, irşâdî, te’dîbî siyaset, maddî-mânevî ihtiyaçların karşılanması vs.) tesbitte, öncelikle bu iki evliliğin esas alınması gerektiği kanaatindeyiz: Hz. Hatice ve Hz.Âişe.


Çünkü, Hz. Hatice ile olan evlilikte siyasi ve teşrii mülahazalardan ziyade, beşeri mülahazalar hakimdir. Normal olarak evlenmelerde birinci derecede rol oynayan hissiyat-ı gariziyyenin insan üzerinde müessir olduğu gençlik döneminde Hz. Peygamber (s.a.s.), sadece Hz. Hatice ile yetinmiş, ikinci bir evlilik ne yapmış ne de düşünmüştür.


Hz. Âişe’ye gelince, Hz. Peygamber (s.a.s.) en çok onu sevmiş, onu takdir etmiştir. Üstelik âilevî hayatla ilgili pek çok teferruat onun vâsıtasıyla rivÂyet edilmiştir.


Hz. Peygamberin (s.a.s.), Âişe’yi çok sevmesi ya da taktir etmesi aynı zamanda gayri iradi bir durumdu. Hiçbir insanın kalbi temayüllere hakim olması söz konusu değildir, Ondan da beklenemez. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu nedenle , “farkına varmadan birini diğerlerinden çok sevebilirim, bu da haksızlık olur. Onun için ey Rabbim! Elimden gelmeyen bu hususta Senin rahmetine sığınıyorum” diyerek istiğfarda bulunurdu.


Hz. Âişe, “beraber kalma hususunda yaptığı taksimde Hz. Peygamberin (s.a.s.) hanımlar arasında hiçbirine imtiyaz tanımayıp, hepsine eşit davrandığını” kesin bir dille ifade eder. Sefere çıktığı zaman beraberinde gelecek hanımları da kura ile tesbit ederdi. Hayatının son günlerinde hanımlarının hücrelerini dolaşamayacak kadar hastalığı artınca, Hz. Âişe’nin yanında sabit kalabilmek için, diğer hanımlarının rızasını almıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.), hanımlar arasında uyguladığı adâlet ve eşitliğe hayatı boyunca riÂyet etmiştir. İki istisna var ise de, her ikisi de rızâya dayanır: Birincisi, Hz. Sevde çok yaşlı olduğu için kendi arzusuyla gecesini Hz. Âişe’ye vermiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bunu kabul etmiştir. İkincisi ise, yukarıda zikrettiğimiz, hayatının son günlerinde Hz. Âişe’nin odasında kalmasıdır ki bütün hanımlar buna râzı olmuştur.


Hz. Peygamber adâleti gözetmesin de kim gözetsin? Bakınız o, ne buyuruyor: “Bir erkeğin nikahında iki kadın bulunur da, aralarında adâlet gözetmezse, kıyamet gününde bir tarafı felçli olarak diriltilir.” Çünkü adâlet, Kur´an´ı Kerim’in emridir: “Bunlar arasında adâleti sağlayamayacak olursanız, o zaman bir kadın veyahut sahip olduğunuz câriye ile iktifâ ediniz. Bu şekilde adâletten sapmamağa daha yakın olursunuz.” (4/Nisâ, 3), “Ne kadar gayret ederseniz edin kadınlar arasında adâlete güç yetiremezsiniz...” (4/Nisâ, 129)


Şunu belirtmekte fayda var. Müminlerin anneleri arasında kıskançlığın sevki ile cereyan eden hadiseler, onları birbirlerine karşı insafsız olmaya sevk etmemiş, birbirlerini kötülemeye, aralarında uzun süren dargınlıklara sebep olmamıştır. Belki de, Rasûlullah her gece birinin evinde olmak üzere sistemleştirdiği akşam sohbetlerinden, bunu da hedeflemiş olmalıdır. Rasûlullah’ın (s.a.s.)bu siyaseti hedefine öyle ulaşmıştı ki, hepsinin en çok kıskandığı Hz. Âişe’nin aleyhinde değerlendirebilecekleri en iyi fırsat olan ifk hadisesi sırasında, hanımların hiçbirinden menfi bir ima bile vaki olmamıştır.


Netice olarak inananlar aile yaşayışında da Hz.Peygamberi (s.a.s.) örnek alıp, önder edinerek saadete ulaşırlar. Çünkü Allah, Kur´an´ı Kerim’de, “Gerçek şu ki, Allah’ı ve âhiret gününü (korku ve umutla bekleyen) ve O’nu her dâim zikreden kimseler için Allah’ın elçisi güzel bir örnek teşkil eder.” (33/Ahzâb, 21); “Rasûlün size verdiğini alın, yasakladığından da sakının.” (59/Haşr, 7) buyurur.


 www.kuranvebiz.com


 


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]