Sayın Özden Çiçek,
8.1.2007 tarihli mailinizi aldım. Yine herzaman olduğu gibi yediden yetmişe herkes tarafından saygıyla okunacak bir mail. Efendim, dünyadaki bütün ağaçlar kalem olsa, dünyadaki bütün denizler mürekkep olsa, yine de üzerinde söylenecek çok söz kalan bir konu bu. Biz, herhangi bir kitapçıya gidecek olsak eğitim, çocuk terbiyesi, eğitim metodları üzerine yazılmış birtakım kitaplar. Ama onları okuyan kim, uygulayan kim. Birtakım kitaplar tesbit ederiz. Çocuklıu günlerimi hatırlıyorum. Annem de, babaannem de İslam’ı en ince nüanslarına kadar yaşayan iki mübarek insandı. Ben evin tek çocuğuydum. Hafızamın en ileri uçlarına kadar uzanıyorum. Ne annemin, ne babaannemin bazı ailelerde olduğu gibi mütemadiyen din, iman, ahlak nutukları attıklarını tesadüf edemiyorum. Onlar İslam aşkını, Peygamber aşkını, Allah aşkını bana sözle, nutukla, bıktıran, usandıran nasihatlarla vermediler. Ama İslamı günlük hayatlarında nakış nakış işlediler, en ince nüanslarıyla yaşadılar. Ve en güzel bir şekilde örnek oldular, rehber oldular. Bana küçük yaşta İslamı sevdirdiler. Allah aşkını, Peygamber aşkını kendi yaşantılarıyla sessiz, sözsüz, harfsiz yaşattılar. Allah onlardan razı olsun. Bence çocuklara verilecek terbiyede en önemli nokta onlara örnek olabilmektir. Rahmetli hocam Dr. Münir Derman, “Sözü ile nasihat verene aldırış etme, fiiliyle örnek olana uy” derdi. Bu bütün canlılar için geçerli bir kuraldır. Hepimiz güzel örneklere muhtacız. Efendim, Yunus az ve özlü sözü mücevhere benzetir. İnsanoğlu fikirlerinden daha ziyade onları kendi iç dünyasında yaşayıp, yaşamamasıyla bir değer kazanır. Egzistansiyalizmin kurucusu Danimarka’lı profesör Sören Kirkegard, Kopenhag’lı asil bir ailenin tek evladı idi. Liseyi birincilikle bitirmiş, İlahiyat fakültesine girmişti. Onu da birincilikle bitirdi. Sonra Danimarka’nın en büyük kilisesine papaz olarak atandı. İki yıl bu görevde kaldı. Sonra istifa dilekçesini gönderdi. Dilekçesinde “ben” diyordu, “kendimi bir tiyatro oyuncusuna benzetiyorum. Bir hafta evde kitap okuyorum, hafta sonunda gidiyorum öğrendiklerimi bir papağan gibi cemaata tekrarlıyorum. Ben sadece “bilgi aktarıcılığı” görevini yapıyorum. Anlattıklarımın benimle, iç dünyamın gelişmesiyle hiçbir alakası yok. Bu durum beni çok bunaltıyor. Artık, beni dinleyenlerin karşısına çıkarken utanç duyuyorum. Çünkü halka anlattığım hususlar sadece kitap sayfalarından oraya nakledilmiş bilgiler. Ben artık samimiyetsiz, bu ikiyüzlü, bu riyakar hayata daha fazla katlanamayacağım. İstifamın kabulünü rica ediyorum”. Ve Kirkegard, görevden ayrılıyor. Gece demeden, gündüz demeden kendini çalışmalarına veriyor.
Efendim, bir şeyiokumakla veya dinlemekle kendimizi onu öğrenmiş sayıyoruz. Acaba öyle mi? O bilgiler yaşanmadıkça, hayata intikal etmedikçe onu öğrendim diyebilir miyiz? Dikkat edelim bir bilgiyi yaşayanla, yaşamayan arasındaki fark, zeki insanlarca derhal anlaşılır. Tasavvuf dilinde bilgide kalanlara “kal sahibi”, onu özümleyip yaşayanlara da “hal sahibi” denilir. Allah, bizi de yeryüzündeki bütün insanları da hal sahiplerinden eyleye. İnanan, inandığını yaşayan, birbirlerine sabrı ve Hakkı tavsiye edenler ne güzel insanlardır. Yaşamak onlarla çiçeklenir. Yaşamak onlarla bir anlam kazanır, güzelleşir. Efendim, yeni maillerinize kavuşabilmek ümit ve heyecanıyla selam, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
İnananlar ve inançlarına göre yaşayanlar ne güzel insanlardır Yazan Özden Çiçek
Cvp: İnananlar ve inançlarına göre yaşayanlar ne güzel insanlardır Yazan Sabri Tandoğan