Sevgili Babacığım, Hürmetle ellerinizden öper, duyduğum , öğrendiğim , öğrendiğimi sandığım, okuduğum ve de bunlardan hatırladığım kadarıyla bugün de bir şeyler paylaşmak isterim yüksek müsaadeniz olur ise.
Çok uzağı gördüğümüzü iddia ederiz, fakat ne acı ki , şah damarımızdan yakın olan Allah’ı idrakten bihaberizdir. HZ. İsa bu tavırdaki insanlara ahmak dermiş. Ahmak, bütün ilimleri bilir de o ilimlerin hakikatinin Allah olduğunu idrak edemezmiş. Çok güzel bir hikaye, Mevlana Hazretleri’nin “Fihi Ma Fih”inde. Biri ahmak olan çocuğunu öğretmene götürür. Öğretmen ona bütün ilimleri öğretir.O devirde astronomi ilmi, fal ilmi çok modadır. Çocuğa her şey öğretilir ve en sonunda öğretmen oradakileri toplayarak bir imtihan yapar. Eline bir tane yüzük alır, herkese gösterir, çocuğa göstermez ve çocuğa sorar, elimdeki nedir der ? çocuk da şöyle bir bakar ve , ortası boş, yuvarlak bir şey der. Hoca büyük bir gururla, sevinç içerisinde çocuğa soru sormaya devam eder, aferin oğlum, söyle o nedir? çocuk, kalbur der. Yani, o yüzüğü bilmiş, ama kalburun avuca sığmayacağını düşünememiştir. Mevlana der ki, bütün ilimleri biliriz, ama ilimlerin Allah’a götürüyor olduğunu idrak edemeyiz. Bütün ilimlerin hakiki olan Allah’ı göremeyiz. Aslında her yerde yapanın, yaptıranın Allah oluğunu, şeytanın ve Peygamber’in dahi O’nun elinde maşa olduğunu idrak edemeyiz. Ne güzel söylemiş Hz. Muhammed: “Ne sende dalaletten bir kuvvet, ne bende hidayetten bir kuvvet var. İkimiz de Allah’ın emrindeyiz.”
Saygılarımla,