Sayın Çiğdem Seçkin Gürel,
12.1.2007 tarihli mailinizi aldım. Efendim, kıymetli mailinizi gözlerim yaşararak okudum. Çok heyecanlandım. Yalnız, ahde vefayı herkesten beklemeyelim. Ahde vefa er kişinin karıdır, her kişinin değil. Evet, günümüzde vatan toprakları satılırken, bankalarımız satılırken, fabrikalarımız, işyerlerimiz satılırken, Türk tarımcılığınının, hayvancılığının ölmesi için, yok olması için, ortadan kalkması için içerden ve dışardan her türlü çabalar gösterilirken bakıyoruz bazı kimseler inanılmaz bir vurdumduymazlık içinde sol omuzlarını iki santim kaldırarak “Bana ne, bana ne” diyorlar. Tek tük bazı insanlar, “bu doğru değildir, vatan elden gidiyor” diye hıçkırarak çırpınırlarken yine bazı kimseler “aman boşver” diyorlar. “Para gelsin de nerden gelirse gelsin. Ha Türk’ten, ha ecnebiden”. Geceleri elektrik direkleri dibinde müşteri bekleyen zavallı fahişeler de aynı şeyi söylüyorlar: “para gelsin de diyorlar kimden gelirse gelsin”. O garibim hiç olmazsa vatanını satmıyor. Sadece ekmek parası için etini satıyor.
Bu anlatılanlar realitenin bir yüzü. Ama bir de öbür yüzü var. Her banka satılışında, her karış vatan toprağının satılışında, her fabrikanın, firmanın, üretim yapan işyerlerinin satılışında sabahlara kadar ağlayan, hıçkırıklar içinde “Allah’ım, bu memlekete bir sahip gönder, şu anda inanacağımız, güveneceğimiz, itimad edeceğimiz, bel bağlayacağımız hiç ama hiç kimsemiz yok. Sen bir sahip gönder Yarabbi” diye sabaha kadar dua edenler, kendi yiyeceği ekmeği Allah rızası için kendinden daha aç olanlarla paylaşanlar, Hacca gitmek için biriktirdiği parayla çok fakir, gariban bir insanı tedavi ettirenler, kimsesiz, gariban bir kızın evlenirken çeyizini yapanlar, istidatlı, çok zeki memleket çocuklarını yurt içinde ve yurt dışında okutanlar, hastanelerde uzun zamandır yatıp hiç bir ziyaretçisi olmayan kimsesiz, gariban insanları kucak dolusu karanfiller alıp ziyaret edenler, gece sabahlara kadar odunu kömürü olmayan fakirler için, içecek çorbası olmayan kimsesiz yaşlılar için, ıstırabını kimseyle paylaşamayan, insanlarla beraber olup onların gözyaşlarını paylaşanlar...Bunlar da realitenin öbür yarısı. Onlar ki adı Nene Hatundur, Şerife Bacıdır, Seyit Onbaşıdır. Onlar ki Çanakkale’nin ve Kurtuluş Savaşının tarihe geçen abideleridir. Herşeye rağmen yurdumuzda o kadar temiz, asil, büyük, yüce insanlar var ki onlar namsız, nişansız, isimsiz, rütbesiz tarih yapanlardır. Gazeteler ve televizyon kanalları sağcısıyla, solcusuyla, yalnız birinci guruptakileri söylerler, onları yazarlar. Onları ön plana çıkarırlar. Çünkü onlara verilen rol efendileri tarafından öyle emredilmiştir. İnsanın bütün bu olup bitenler karşısında sükunetini koruması çok zor ama biz yine de elimizden geleni yapacağız. Bu toprağın ekmeğini yedik, suyunu içtik, okullarında okuduk. Son nefesimize kadar toprağımız ve insanımızın mutluluğu ve selameti için elimizden ne gelirse onu yapacağız. Ölmek var, dönmek yok. Bir şairimizin mısraında olduğu gibi
“Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır”
diyeceğiz. Ve elimizden gelen her gayreti göstereceğiz. Hayat bütün güzelliğini aşktan alır. Allah aşkı, Peygamber aşkı, vatan aşkı gibi. Falanca sözünde durmayabilir, filanca menfaati için vatan ve bayrağına ihanet edebilir. Bize düşen görev bu insanları elimizin tersiyle çöplüğe itmek, parolamız hep daha iyiye, daha güzele, daha ileri olana yürüyerek en güzeli, en iyiyi kucaklamak olacaktır. Kıymetli yavrum, eskiler “Nakıs, emsal olamaz” derlerdi. Şu şunu yapmış, bu bunu yapmış bize ne? Biz hep yerdeki kum tanesinden gökyüzündeki samanyoluna kadar bütün varlığı aşk ile kucaklıyalım. Ve diyelim ki “Aşk gelicek cümle eksikler biter”. Selam, sevgi ve saygı ile.
Sabri Tandoğan
Sayın Sabri Tandoğan'ın cevaben yazdıkları :
Aşk imiş her ne var alemde Yazan Çiğdem Seçkin Gürel
Cvp: Aşk imiş her ne var alemde Yazan Sabri Tandoğan