Sevgili Babacığım, Kıymetli Dostlarım..
Hepinizi saygı, sevgi ve büyük bir özlemle kucaklıyorum. Hayırlı Ramazanlar…
Babacığım, müsaadenizle Sayın Haluk Sena Arı Hanımefendiye ait “Edep Mektebinden Hatıralar” kitabından bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum…
BİR ERDEMDİR VERİCİLİK
Kabe’de ramazan umresinin son gecesi… Yatsı namazı kılınmış, ertesi sabah gün ağarmadan İstanbul’a hareket edeceğiz. Önümde duran kafile arkadaşlarımızdan bir hanım yüzünü Hacerü’l-Esved’e çevirmiş, ellerini açmış, kendinden geçmiş bir şekilde dua ediyordu:
“Ya Rabbi, bana nasip ettiğin bu umrenin sevabını hayatta veya ölmüş olan, selam alıp selam verdiğim bütün mü’min kardeşlerime bağışladım.”
Gönlümün güzelliği, bulunduğu mekana inen ilahi rahmet ile birleşmiş, yüzüne bir nur olarak aksetmişti. Oldukça meşakkatli bir ibadet olan umrenin sevabını nasıl da bütün tanıdıklarına kolayca verebiliyordu? Kendi kendime “Hiç mi kimseye kırılmamış ki ayırım yapmadan böyle bir duada bulunuyor” diye gayrı ihtiyari düşündüm. Birden Yunus Emre’nin mısraları adeta kulaklarımda çınladı:
“Hakkı gerçek sevenlere cümle alem kardeş gelir.”
Materyalist düşüncelerle, paylaşamayan kalabalıklar içinde yalnız olan yirmi birinci yüzyıl insanına, ne ince bir mesaj vardı bu duada. Mutluluğun vermede olduğunu anlamak için bu hanımın o andaki yüz ifadesini görmek yeterdi. Nefsin esaretinden kurtulmuş, gönlünün sesini dinleyenlerin, Ensar ruhu taşıyan müstesna insanların davranışı ancak böyle olabilirdi.
İslam’ın farzlarından biri olan zekat ve farza yakın bir vacip olan kurban kesmek de maddi bir veriş gerektirir. Bunları yapan sevap kazanır, mesuliyetten kurtulur. Rablerine daha çok yaklaşıp, ruhen yücelmek isteyenler daha fazla verirler: İlimlerini verirler, vakitlerini verirler, sevgilerini, alakalarını ve dualarını başkalarına verirler. Böyle insanlar sadece kendileri için yaşamayan bahtiyarlardır.
İmkanları kısıtlı fakat gönülleri zengin büyüklerimiz vardı çocukluk yıllarımızda. “Deniz aşırı” dediğimiz Rumeli yakasında oturanlar gece yatısına gelirler, bir canlılık, bir neşe getirirlerdi evlerimize. Büyük teyzemin bize gelişi de evde bir neşe, bir sevinç vesilesi olurdu. Birçok davranışının bir ibret olduğunu, yaşım kırkı geçtikten sonra idrak ettiğim bu hanım, her namazdan sonra “Cümle mü’min ve mü’minelerin affı için estağfirullah El-Azim” diyerek teşbih çeker, sonra kendisi için af ve mağfiret dilerdi. Sabah, tam güneş doğarken, hem kendisi hem de cümle insanların rızıklarının bol, bereketli ve helalinden olması için dualar eder “Rızıkların dağıtıldığı saat, ya Rabbi gaflette olanları da sen uyandır, sen affet” duaları ile yeni günü karşılardı.
Büyük teyzem, yıllar önce bir ameliyat geçirmişti. Ayılırken başında idim. Henüz narkozun etkisinden kurtulamamış, fakat ameliyat yerindeki acıları hissetmeye başlamıştı. Şuuraltının tam dışarıya vurduğu bir durumda idi. “Ya Rabbi herkesi de kurtar, beni de kurtar” sözlerini devamlı tekrarlayarak ayıldı. O anda bile önce başka acı çekenler için dua ediyordu. Bu da bir veriş idi, maddi değil ama dualarla başkaları için hayırlar dileyen bir veriş.
Gönlü bir havuza, ağzı da o havuzun çeşmesine benzetenler nasıl isabet etmişler. Güzel gönüllerden, şuur tam yerinde olmadığı zamanlarda bile, güzel sözler dökülüyor ve hadis-i şerifte belirtilen kendisi için istediğini başkası için de isteyen, kamil mü’min gerçeğini, bu insanlar, her halleri ile nasıl da belli ediyorlar.
Birçok hak dostu, hizmetle, feragatle, başkalarının hidayetine de vesile olmuşlar, ölümlerinden sonra da bu kutlu görevi sürdürmeye devam etmişlerdir. Gerçek mutluluğu bulmuş, benlikten geçme sırrına ermiş bu müstesna insanlar Allah’ın topluma hediyesidir…
Sonsuz sevgi saygı ve hürmetle ellerinizden öpüyorum.
Cahide