Babacım; Gönül sohbetleri birinci cilt eserinizden okuduğum güzelliklere kısa bir özet çıkardım. Şimdi okuduklarımı aksiyona geçirme zamanı.İnşallah bende öğrendiklerime iyi bir ayna olurum.Dualarınıza beni ve kızlarımı da dahil eder misiniz.
Her insan kendi içinde bir âlemdir. Onda hiçbir varlıkta olmayan bir ruh vardır. Kâinatın sırrı belki de insanoğlunun içindedir. Mevlânâ “Bu cihan bir zindandır. Biz de bu zindanda mahpuslarız. Zindanı del de kendini kurtar. Sen zamanın Yusuf’usun, gökyüzünün güneşisin. Bu çölden, bu zindandan çık, yüzünü göster. Surette sen küçük bir âlemsin ama, gerçekte en büyük âlem sensin” diyor. Resûlullah Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde “Yarabbi, bana eşyayı olduğu gibi göster” buyurur. Ne garip, dünyayı kimi insan bir zindan, bir çöplük, bir kömürlük gibi görür, kimi insan cennet gibi görür. Nasıl, anlatılmaz bir izâfiyet var hayatta, birinin ak dediğine öbürü kara diyor. Her şeye görüşümüz nispetinde değer veriyoruz. Büyük sanatçı Rodin’e “Dünyayı nasıl görüyorsun, değiştirilmesi gereken bir yönü var mı” diye sormuşlar, gülmüş, hayır demiş, “Her şey o kadar yerli yerince yaratılmış ki, değiştirilmesi gereken hiçbir yönü yok...” Mevlânâ, kalbin bir ayna veya berrak suya benzediğini, dış âlemdeki suretlerin o suya aksettiğini, fakat su veya ayna bulanık olursa, suretlerin onda görünemeyeceğini söyler. Madem ki kalp duru berrak bir su gibidir; gayb âlemindeki hakikatlere ve esrara bir aynadır. Bu ilâhi sırlar, kalbin parlaklığı nispetinde ona akseder. Herkes, görüşü nispetinde gaybı, hayrı ve şerri bilir. Kim gönlünü daha çok cilâlamışsa, daha çok görür. Ona gayb âleminden suretler daha çok görünür. O insan zerrede bekâ güneşini, katrede denizin tümünü görür. Gözünü tozdan gizleyen bir katrede Dicle’yi görür. Dünya ehli, balçıkla bulanmış suyu içmekte olduklarından, gönül gözleri kördür. Dostun yüzünü gör, gözün de gönlün de aydınlansın. Gözünü de, gönlünü de aydınlat ki, dostun yüzünü göresin. Kâinata, şu emsâlsiz güzelliklere, şu çılgın, akıl almaz güzellikteki her an yeniden varoluşa bir bak, ibretle, hayretle, hayranlıkla, alıcı gözle yeniden, tekrar tekrar bak... Nereye yönelsek, orada Allah’ın vechini göreceğiz. O zaman Mevlânâ gibi vücudumuzun bütün hücreleri aşkla dolarak haykıracağız, şarap bizden mest olmuştur, biz ondan değil, diye... Her an yok oluyor, yeniden var oluyoruz. Bir mânâ gemisindeyiz. Sonsuz bir akış içindeyiz. Sen yarasa değilsin. Gözünü aydınlığa alıştır. Mesnevî’nin beşinci cildinde, “sufi, zamanının içerisinde yaşamasını bilmelidir.” der. Tasavvufun şartı, geçmişe ve geleceğe bakmayıp, vaktin hükmünü vermektir. yaşama san’atı sabırla başlar. Sabır dayanabilmek, güçlüklere katlanabilmek san’atıdır. Olgunluk, günlük yaşantısında sade ve basit olanı seçebilmek, uygulayabilmek, bir zevk haline getirebilmek san’atıdır. Ancak bu suretle doğruyu düşünebilme, doğruyu görebilme ve doğruyu yaşayabilme imkân dahiline girer. Gösterişi, çalımı, cakayı bırakmadan bütün bunlar nasıl mümkün olur? Yaşama san’atının temeli sabırdır. İftiraya dayanmak, kötü düşüncelere, yalana, çamur atmalara, kuşkulara... dayanmak sabır işidir. Sabır, insanı affetmeye yöneltir. Yaşama san’atı için zorunlu durumlardan biri de affedebilmektir. Karşılık vermemektir. Kurtuluş için affetmekten başka çare yoktur. Mevlânâ, “Sevdiğin işi her gün azar azar yap. Belki böylece kendine yeni bir yol bulursun.” buyuruyor ve ilâve ediyor. Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün. Benim sana anlatabileceğim, ancak senin anlayabileceğin kadardır. İş dediğin yapmaktır, söylemek değil. En büyük israf ömrün beyhude yere sarfıdır. Sabır, sevincin anahtarıdır. Sevgi ve acımak insanlık vasfıdır. Kötülükten kork. Yaptığın kötülük bir tohumdur, mutlaka yeşerir, Allah’a ancak sabır ile ulaşılabilir. Mevlânâ’nın en büyük meziyeti, kâinata hem akıl, hem gönül gözü ile bakmasında, bu iki âlemi en güzel şekilde birleştirerek, yepyeni bir uygarlık ve insanlık anlayışını, madde ile mânâ, iç ile dış, zâhir ile bâtın arasındaki en güzel sentezi insanlığa sunmasındadır.
SABRİ TANDOĞAN
GÖNÜL SOHBETLERİ, CİLT 1
Elmas Erdoğan