Saygı ve Sevgilerle...
Hayırlısı Olsun / Ayşegül Hakverdi
Hayırlısı olsun sözünü sıkça duyar, sıkça da söyler herkes. Adeta dilimize pelesenk olmuştur bu tılsımlı söz. Gel gelelim bazı zamanlarda olmasını istediklerimiz olmadığında dostlarımızın “hayırlısı olsun” telkinini duyunca hiç önemsemeden adeta şoka giriveririz.
Nefsin ağır baskısı altında ‘hayırlısı olsun’ sözü pek kabul görmez. İtiraz kabilinden neye göre, kime göre, diye içimizden geçirir teviller buluruz. Bu kısa cümle can sıkmaya, anlamsız gelmeye başlar. Karşındakinin de ilgisizliği ya da yaşadığına bir anlam verememesinden kaynaklanan içi boş bir şekilde rahatlamaya çalışmak için, öylesine söylenilmiş basit bir cümle olmaya başlar gözünüzde… Hani olur ya hep anlatır anlatır durursun iki kelimelik altın cümleyi duymak istersin; teselli bulmak istersin… Karşındaki de sana o anda “ Ya hayırlısı olsun” der. “Ne!” diyesi gelir insanın o anda. Bir saattir anlatıyorum bu mu yani? Aslında en doğru cümleyi kurar. Ama neden tatmin olmazsın? Neden içine sinmez? Çünkü o da içine sinmeden söylemiştir. Belki de o da içinden gerçekten olsaydı iyi olurdu, diyordur. Ya da o da hayırlısının böylesi olduğunu biliyordur da anlamlandıracak gücü yoktur. Bilemeyiz… Fakat bu tatminsizliğin cevabını Tolstoy’ un bir hikâyesinde alacağım aklıma gelmemişti. Bu hikâyede can alacak olan bir meleğin fazla merhametinden kaynaklanan bir itaatsizlik sonucu ceza olarak dünyaya gönderilmesi ve üç sorunun cevabını bulması gerektiği anlatılıyor. Altı yıllık bir serüvenin sonunda üç soruya da cevap bulunur. İlk soru: “insanın kalbine neyin hükmettiğini öğren?” cevap: insanın kalbine sevgi hükmeder. Soru iki: “insana ne verilmemiştir?” cevap: insana kendi ihtiyaçlarının bilgisi verilmemiştir. Soru üç: “insan ne ile yaşar?” cevap: insan sevgi ile yaşar. Bu üç cevapta hikâyeyle birlikte çok güzel bir şekilde anlatılmış. Ama en çok dikkatimi çekense ikinci cevap oldu. Yani bana cevap oldu. Evet insana neyin gerekli olduğunun bilgisi verilmemiştir. Allah hiçbir şeyi sebepsiz yaratmadığı gibi abesle iştigal etmez. Bizi de gereksiz şeylerle muhatap ettirmez. Yani bizim peşinden koştuğumuz ancak bir türlü ulaşamadığımız emeller belki de bizim ihtiyacımız olmayan ya da vakti olmayan şeyler. Yani aslında “hayırlısı olsun” demek “ihtiyacın olan olsun” demek. Nefs kabul etmek istemese de… Çünkü aslında biz ne kadar kurarsak kuralım nasıl bir hayat yaşayacağımızı bilmiyoruz. İhtiyaçlarımızı kafamızdaki kurgulara göre istiyoruz. Bir ömür boyu saçma sapan şeylerin peşinde koşup duruyoruz elde ettikten sonra da hiçbir işimize yaramadığını hayatın aslında bizi başka bir yere sevk ettiğini görüyoruz ve çabalayıp inat ettiğimiz şeylerde elimizde kuruyuveriyor. Çünkü bize geleceğin bilgisi verilmemiştir. Bunu iyice idrak etmek, içimize sindirmek lazım.
Ama hâlâ gönül rahatlığı yok ve hâlâ elimizden geleni yapıp olması gereken şeye bırakamayız kendimizi. Nedenlerimiz çoktur… İyi bir gelecek, o öyle olsun başka bir şey istemeyeceğimler -ki daha sonunu görmedim- en önemlisi de irademizin cüzi olduğunun farkında olmayıp her şeyin bizim çabamızla olduğunu sanmamız ya da sanmak isteyişimiz. Sanmak isteriz, hayırlı olanı kabul etmek istemeyiz; çünkü hırslarımız, bizim doğrularımız, almış başını gitmiştir. Verilen o cüzi iradeyle küçük dağları yaratmaya çalışırız. Bu yüzden huzuru bir türlü yakalayamayız. Hırslar bitmez, ihtiraslar bitmez, emellere ulaşılacak her yol mubah görülmeye başlanır. Hatta o kadar sefilleşiriz ki bazen hızla yayılan tüm beni saran bir gazlı kangren gibi kalbimizi de saran riyanın içinde Allah için istediğimizi, Allah için yaptığımızı iddia ederek vicdanımızı rahatlatmaya çalışırız. Labirente dönmüş nefsin içinde döner dururuz.
Sürekli tedirginlik sürekli telaşlı bir hal, sürekli huzursuzluk, hep yarım kalmış gibi gelen işler, her şeyi halletsek dahi hep bir sonraki adımda çıkacak olan sorunları düşünerek rahat olunacak anda bile rahat olamamak. Sonra başlarız her şey üstüme üstüme geliyor, boğazımı sıkıyorlar sanki demeye. Niye acaba? Dünyalık işleri halletmedeki abartı yan etki yapmaya başlar; dozajı kaçmıştır. Tabi bu etki biraz durup ben ne yapıyorum, dedirtir insana o yüzden güzeldir. Bu güzel etki bizim manevi boyutta yeni ufuklara yelken açmamızı, içimize dönmemizi, her şeyi yeniden sorgulamamızı ve git gide Allah merkezli bakmamızı da sağlayabilir. İnsan bu buhranı yaşamadan çözülemiyor. Düşünsenize hiç buhran yaşamadığınızı ve burayı hep sevdiğinizi… Kim bilir nasıl bir hâl alırdık? Bu şer gibi görünen ama hayırlar doğurabilen bir hâldir. Ya da farkında olmadan şeytanın yeni bir oyununa gelmiş ve nefsin labirentinde başka bir köşeye dönmüş olabiliriz. Bir tembellik, mutsuzluk ve umutsuzluk hali de sarabilir. İnsan ne tuhaf… Ya da biraz sorgudan, rahatlamadan sonra eski kasvetli hayatına geri dönmek isteyebilir. Bir tarafta nefs boğulur bir tarafta ruh… Yani iş dengeyi kurabilmekte. “Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış yarın ölecekmiş gibi ibadet et.” hadisi şerifi durumu özetliyor aslında.
Bu buhrandan çıkabilmek için denge kurmak şart. Başlarda belki zor olsa da zamanla oturunca teslimiyeti de getirir. E kolay olmayacaktır tabi. Ara ara kopuşlar olacaktır; ara ara isyan halleri… Düşe kalka da olsa mücadelemi veriyorum, gönül huzurum yerine geldi, bazı şeyler oturdu derken bir de bakıyorsunuz ki hastalıklarından bir haber, şeytanın gazıyla üzerinize üzerinize gelen insanlar var. Siz teslim olmaya çalışsanız da bilinçsizce şeytan ve nefsin görevini üstlenenler sizi rahat bırakmayacaktır. Öyle içten gelen sesler değil direk ete kemiğe bürünüp dikilirler karşınıza. Çoğu zaman çok sevdiğiniz insanlardır. Malum insan insanla pişer. Öyle kolay kurtulmak yok, etekteki tüm taşlar dökülecek. E girdin de bu yola tadını da aldın bırakıp gitmek olur mu? Hem gitsen bile nereye gideceksin ki nereden alacaksın bu hazzı lezzeti dönüp dolaşacağın yer gene burası olmayacak mı? Aradan uzun uzadıya bir hayat geçtikten sonra pişmanlıklarla dolu bir yaşam kalmaması için geriye, çılgınca tüm arzuları peşinden sürükleyen nefse bir gem vurup, Allah’ın hikmetlerine; çölün ortasında, kızgın güneşin altında ne tarafa gideceğimizi bilemeden, çaresiz bir haldeyken Norveç’in buzullarından akan şelalelerden kendimizi bırakır gibi bırakıp, bu lüksün tadını çıkarmalı, ruhumuzu rahat bırakmalıyız. Aslında çok büyük bir kıyak; düşünsenize elinizden geleni yapıyorsunuz sonrası tamamen O’na ait. Nasılları, niyeleri sorgulamadan daha hızlı yol aldıracaktır. Allah’ın müthiş matematiğinin sadece kainatın yaradılışında değil bizzat bizim hayatımızın içinde olduğunu ve zamanı gelince ne kadar kaos gibi gözükse de her şeyin yerli yerine oturduğunu az çok herkes hayatında yaşar. Yaşadığımız en ufak şeyin bile bir sebebinin olduğunu yıllar sonra anlarız. Bu yüzden “hayırlısı olsun, hayır olsun” sözünün içinin ne kadar dolu olduğunu ve kıymetli olduğunu anlarız. Allah’ın özellikle de manevi boyutta bizim ihtiyaçlarımızı bildiğini ve ona tam teslimiyetle istediklerimiz olmadığında da eyvallah edip “hayırlısı olsun” demesini öğrenmiş oluruz.